Covid-19’la Hayvanları Yeniden Düşünmek

Covid-19’la Hayvanları Yeniden Düşünmek

Covid-19’la Hayvanları Yeniden Düşünmek

05 Haziran 2020

2019 yılı sonlarında ortaya çıkan korona virüsü (Covid-19) adını birkaç hayvan türüyle beraber duyurdu: Yarasa, yılan ve pangolin. Aslında bu durum bir ilk değildir. İnsanlar arasında oluşan salgın hastalıkların birçoğunun kaynağındaki virüsün ilk olarak hayvandan insana bulaştığı bilinmektedir. Bazı virüsler de virüsü insana bulaştıran hayvanın adını almaktadır: Domuz gribi, kuş gribi vs. Neyse ki bu virüs, SARS virüsü ailesinin bir ferdi olarak gösterildi de herhangi bir hayvan insanların gazabına uğramadı. Hatırlarsanız kuş gribinin ortaya çıkmasıyla dünyada milyonlarca kanatlı hayvan yok edildi ve hala edilemeye devam etmektedir. En son 2 Şubat 2020’de Korona virüsünün hemen ardından Çin’de ortaya çıkan kuş gribinde 17 bin kanatlı hayvanın yaşamına son verildi.

Covid-19’un dünyaya yayılmasından daha hızlı bir biçimde virüsün kaynağı olarak iddia edilen Wuhan’daki hayvan pazarının görüntüleri haber sitelerinde ve sosyal medya mecralarında yayılmaya başladı. Bu algı sadece Müslüman coğrafyalarda değil dünyanın hemen her bölgesinde karşılık buldu. Çinlileri ve onların yemek kültürlerini hedef alan bu algı inşası, virüsün yayılma gerekçelerinden en popülerlerinden biri olmayı başardı denilebilir. ABD Başkanı Trump, Çin Devlet Bakanı’nın sözlerine yanıt verirken yine hayvanları konunun merkezine taşıyordu: "Çin Devlet Bakanı benim hakkımda konuşacağına önce hangi hayvanları yiyeceklerini öğrensin. Hareket eden her şeyi yiyorlar." Buna karşıt geliştirilen önemli bir iddia da Çinlilerin bu yemek kültürlerinin yüzyıllardır var olduğunu ileri sürüyor ve bu virüsün sebebini kültürün yerine doğanın bir normalinde aramayı uygun görüyordu. Bu virüs, vejeteryan ya da vegan olmayan herhangi bir et tüketicisinden birine de bulaşabilirdi.

Müslüman kesimin sosyal medya hesaplarında Wuhan’daki hayvan pazarının yanı sıra Kur’an’daki şu ayet de viral olmaya başladı: “Ey insanlar, yeryüzünde helal ve temiz olan şeyleri yiyin” (Bakara-168). Burada tüketilecek gıdanın hem uhrevi hem dünyevi kıstası belirlenmektedir. “Helal” tabiri dinin uygun gördüğü hayvanları işaret ederken, “temiz” tabiri ise herhangi bir hastalık ve necaset barındırmayan hayvanları anlatmaktadır. Müslüman coğrafyada viral olan bir diğer paylaşım ise virüsün ortaya çıkma sebebini bu coğrafyalarda yaşanan zulüm olarak gösteriyordu. Virüsün özellikle bu zulme sebep olan Müslüman olmayan coğrafyalarda hızla yayılmasının ve ağır insani kayıplar oluşturmasını da buna delil olarak göstermekteydi. Bütün bu din merkezli görüşler, virüsü, Tanrı’nın hayvanları kullanarak insanlara ceza vermesi olarak savunan görüşlerdir: Tanrı’nın intikamı.

Benzer bir biçimde virüsün ortaya çıkmasında seküler kesimin önemli gördüğü bir gerekçe vardı: Doğanın intikamı. Bu doğanın önemli bir boyutunu da şüphesiz hayvanlar oluşturmaktadır. Antroposentrik (insan merkezli) bir bakış ve dünyaya egemen olma iddiası, insanı dünyadaki diğer canlılara hükmetme, zarar verme ve hatta yok etme hakkını kendinde görmektedir. İnsan nüfusunun özellikle son iki yüzyıldır ciddi bir biçimde doğayı tahrip ettiği gerekçesinden yola çıkılarak doğanın da buna karşı koyabilme iradesine göndermede bulunan bu iddia özellikle vejetaryen ve vegan kesimler tarafından dillendirilmekteydi: Hayvanları yemek kültürümüzün bir parçası olarak kabul etmeseydik bunlar olmazdı. Bunlara hayvanın veya onun parçalarının çeşitli amaçlarla kullanımına bir reddiye geliştiren hayvan hakları hareketlerinin de eşlik ettiği söylenebilir.

Bu andan itibaren insanlar iki viralle mücadele etmeye başladılar: biri fizyolojik sağlığını tehdit eden Covid-19 virüsü diğeri ise mental sağlığı tehdit eden algı oluşturma paylaşımları. İnternet ve sosyal medya merkezli küreselleşen dünyada ikincisi şüphesiz daha hızlı yayılmakta, daha çabuk bulaşmakta ve insanları daha çok etkilemektedir.

Virüsün yayılmasıyla birlikte özellikle Türkiye’de –ve özellikle sosyal bilimciler arasında- virüsün yayılmasını engellemek için dillendirilen sosyal mesafe kavramı tartışmalara yol açtı. Sosyal bilimciler kavramın yanlış manada kullanıldığını ve onun yerine fiziksel mesafe kavramının kullanılması gerektiği üzerine yoğunlaşmaktaydı. Bu kuramsal ve kavramsal tartışmaları şimdilik bir kenara bırakalım (ben bir sosyal bilimci olarak fiziksel mesafeyi tercih edeceğim). Fiziksel mesafenin hangi varlık ile kurulması gerektiği, sıradan insanları daha çok ilgilendirmektedir. Fiziksel mesafeyi insanlarla mı hayvanlarla kurmalıyız?

Vejetaryen ve vegan kesimlere göre eğer insanlar hayvanlarla olan mesafesini koruyabilseydi, virüs onlara bulaşmaz ve yayılmazdı. Bu mesafe tabi ki sadece hayvanları yemek anlamında ortadan kaldırılmamaktadır. Aynı zamanda onların yaşam alanlarına da müdahale etmemeyi gerektiren bir mesafeye de işaret etmektedir. Şahsım, bu görüşün Batı kaynaklı hayvanseverlik iddiasının değil Doğu kültüründe yer alan hayvanseverlik olgusunun daha etkili ve gerçekçi olabileceği kanısını taşımaktadır. Bunun birçok sebebi belki bir makale olarak geliştirilebilir. Burada keskin bir Batı ve Doğu ayrımı yapmayı hedeflemiyorum, fakat örneğin, Batı hayvanseverliğinin ciddi bir “pet kapitalizmi”ne yol açmasına bile bakılırsa ne kadar samimiyetten uzak ve doğal çıktıları olmayan bir hayvanseverlik olduğu görülecektir. Ayrıca Batı’da hayvan hakları kent inşasına paralel olarak ötekilik üzerine inşa edilmiştir. Fakat Doğu’da hayvan sadece biçimsel olarak ötekidir; hayvanla mekânsal birliktelik vardır. Burada Doğu’dan kasıt pastoral yaşam ve Batı’dan kasıt kentleşme olarak da düşünülebilir. Hatta rasyonalite ve sağduyu olarak da sınıflandırılabilir.

Kısacası antroposentrik bakış sahibi olan insan, virüsün en önemli müsebbibi olarak hayvanları suçlayabilmektedir. İnsanların dünyanın doğal düzenini bozmasına karşı hayvanların, -insanların oluşturduğu- yapay düzeni tehlikeye atmasından korkmuş olmalı ki insan, her fırsatta hedef tahtasına hayvanları oturtabilmektedir. Yarın bu virüsün aşısı bulunduğunda –ki bu da yine bir çeşit antroposentrizmdir- ilk olarak hayvanları kobay olarak kullanacağımız aşikardır. Hayvanlar, bu yaşam alanımızda önemli ve en yakın yoldaşlarımızdır. Virüs ise -biyolojik bir silah olarak kullanılmadığında- doğanın doğal inşasının bir parçası olarak ortaya çıkma ve yayılma potansiyelini ve hakkını her daim kendinde saklı tutmaktadır. Bu virüsler, insanlarla olan ilişkimizi ve mesafemizi sorgulattığı kadar, hayvanlarla olan ilişkimizi ve mesafemizi sorgulatmadığı sürece bize daha ağır kayıplar yaşatacaktır.

Paylaş: