Koronavirüs Salgını ve Bir Direniş Alanı Olarak Toplumsal Hafıza

Koronavirüs Salgını ve Bir Direniş Alanı Olarak Toplumsal Hafıza

Koronavirüs Salgını ve Bir Direniş Alanı Olarak Toplumsal Hafıza

14 Nisan 2020


Covid-19 salgını tüm dünyayı etkilemeye devam ediyor. Bundan sonraki süreçte de uzun yıllar gündemimizde olacağından da şüphe yok. Yakın bir dönemde tıbbi olarak bu salgın durdurulsa dahi sosyopsikolojik etkileri açısından Covid-19’u konuşmaya devam edeceğiz. Zira neredeyse bütün sosyal bilimciler insanoğlunun bu tecrübe sonrasında dünyaya artık eskisi gibi bakamayacağı konusunda hemfikir. En azından insanoğlunun bütün teknolojik gelişmesine, kurumsal organizasyonlarına ve planlamalarına rağmen, gözle görülmeyen bir virüsün bütün bu gelinen noktayı krize uğratabileceği hafızalara şimdiden kazınmış durumda. Belki bu vesile ile ilerlemeyi, teknolojik gelişmeyi, insanın kendi yapıp etmesine duyduğu güveni tekrar muhasebe etmek gerekir.

Krizlerde Toplumsal Hafıza Canlanıyor

Covid-19 kadar gerçek olan bir diğer husus ise her toplumun bu süreçte kendi başına olduğudur. Bütün dünyanın etkilendiği bir süreçte her toplum kendi derdine düşmüş durumda. Her ne kadar devletler arası sembolik yardımlar olsa da, ekipman, donanım, profesyonellik, dayanışma ruhu, tecrübe gibi konularda kendi kendine yetebilen toplumların bu süreci en az hasarla atlatacağından şüphe yok. Böyle bir durumda dönüp şu soruyu sormak gerekir: Bizim bu salgını atlatma noktasında heybemizde neler var?

Toplumsal hafıza tam da bu noktada devreye girer. Geçmişten günümüze taşıdığımız kriz dönemlerini aşmaya dair hafızamız bizlere neler sunar? Toplumsal olarak geçmişten çıkardığımız dersler nelerdir? Gelenek bize bu süreçte nasıl bir fayda sağlar? Hafızamızda var olanları nasıl işlevselleştirebiliriz? Bu soruların cevabını almak ancak hafızamızla yüzleşmek ile mümkün olur. Zira bu krizi aşma sürecinde hafızamızda birçok unsur olsa dahi bunun farkına varmadığımız ya da kullanmayı bilmediğimiz bir durumda hepsi anlamsızlaşır.

Toplumsal hafıza kabaca toplumların ortak düşünce, duyuş, istek, heyecan ve tavırlarını ifade eder. Bu ise geçmişte ortaklaşa yaşadığımız ve paylaştığımız tecrübelerle şekillenir. Hafıza durağan bir yapıda değildir. Sadece geçmişe de ait görülemez. Biz bugün hafızamızı geçmişe başvurarak inşa ederiz. Aynı zamanda her canlı organizmada olduğu gibi geleceğe taşımaya çalışırız. İçinde bulunduğumuz durum açısından ifade edecek olursak; kriz dönemlerindeki ortak tecrübelerimiz ve yaşanmışlıklarımız bugün başvurduğumuz hafızamızı oluşturur. Bunları bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde hatırlayarak belirli davranış ve duyuş kalıpları geliştiririz.

Derinde Yatan Toplumsal Travmalar

Bununla birlikte yine krize dair ortak paylaşımlarımızı, tecrübelerimizi, travmalarımızı, mücadele stratejilerimizi gelecekte hatırlamak üzere devrederiz. Dolayısıyla yaşadığımız süreç sadece krizle nasıl mücadele ettiğimizi değil aynı zamanda gelecekte kriz karşısında hatırlayacaklarımızı inşa etmekte ve hatta şekillendirmektedir. Örneğin sokağa çıkma yasağının duyulduğu anda kolektif bir davranışa başvurmamız, fırınlara, marketlere akın etmemiz, geçmişteki travmalarımız ile ilgilidir. Bunlar doğrudan şahit olduğumuz ya da devraldığımız travmalardır.

Hafızamızda var olan kıtlık korkusunun, zor zamanların belirsizliğinin anksiyetesidir. Bu noktada önceki sokağa çıkma yasaklarının hafızamızdaki yerini yok sayamaz ve toplumun cahil olduğu iddiası ile süreci anlayamayız. Zira kriz esnasında heybemizde ne varsa onu tüketmek durumundayız. Onun için bugün kolektif hafızamıza başvururken aynı zamanda kolektif hafızalarımıza neler ektiğimizin farkında olmak durumundayız. Belki de bu kriz dönemlerinde yöneticilerin, sosyal bilimcilerin, kanaat önderlerinin en önemli mesuliyeti budur.

Dilde ve Kelimelerde Saklı Hafıza

Bugün toplumsal hafızamızı yokladığımızda birçok devraldığımız travma olduğundan şüphe yok. Askeri darbeler, ekonomik krizler, devlet politikaları ve terör toplumsal travmalarımızın kökenlerini oluşturuyor. Fakat bu süreçte travmalarımızı sürekli hatırlamak ve hafızamızın bizi zayıf düşürecek yönlerine odaklanmaktan ziyade hafızamızda bu süreci atlatma noktasındaki özgünlüğümüze odaklanmak çok daha verimli olacaktır.

Onun için hafızanın en önemli unsuru olan dilimize; eksiklikleri, basiretsizlikleri, cehaletleri, sorunları dolamak yerine bu krizi aşma noktasında hafızamızdan devşirebileceklerimizi işlevsel hale getirmek gerekir. Bu süreç sağlıklı bir şekilde geçtikten sonra tüm noksanlıkları konuşarak hafızamızı gelecek nesiller için onarmak temel mesuliyet olacaktır. Zira toplumsal krizleri çözme becerimiz, toplumsal hafızamıza biriktirdiklerimizde olacaktır.

Sorunu Çözmek İçin Hafızaya Başvurmalıyız

Covid-19 salgının sebep olduğu kriz karşısında hafızamızı yokladığımızda, başka toplumlardan farklı olarak, özgün mücadele alanlarımızın ve bizi rahatlatacak kültürel kodlarımızın olduğunu fark ederiz. Bu anlamda çok önemsemediğimiz ya da sıradan gördüğümüz bazı kodlar hayat kurtarıcı olabilir. Bunlardan belki de en önemlisi dayanışmaya ve yardımlaşmaya yüklediğimiz anlamdır. Hem dini hem de kültürel hafızamızda, Amerika’ya ve Avrupa ülkelerine nispeten dayanışma ve yardımlaşma noktasında daha toplumcu ya da cemaat tipine benzer bir toplumsallığımızın olduğundan şüphe yok. Çoğu zaman yeterince bireyselleşememe noktasında eleştirilere de konu olan bu durum, yaşadığımız süreci sağlıklı bir şekilde atlatma noktasında hayati bir rol üstlenebilir. Bu dayanışma ruhunun, kitle kültürüne evrilmesine imkan tanımadan kanalize edilmesi ve belirli farkındalıklar eşliğinde gündelik hayatın işleyişine dahil edilmesi, krizden çok daha güçlü bir toplum olarak çıkmaya imkan tanıyacaktır.

Dayanışma ruhu ile ilişkili olarak ifade edebileceğimiz, kriz dönemlerinde hafızamıza başvurabileceğimiz bir diğer unsur, yaşlılara yüklediğimiz anlamdır. Bilindiği üzere Korona en çok yaşlıları etkilemekte ve toplumlar kendi yaşlılarına yönelik tavırları sebebiyle insanlık sınavı vermekte. Bazı ülkelerde yaşlılar ölüme terk edilirken, bazılarında ise gözden çıkarılması gerekenler olarak düşünülmekte. Bizim toplumsal hafızamızda yaşlılar emek güçlerini kaybetmeleri sebebiyle toplumun sırtlanmak zorunda kaldığı, yükünü çektiği bir nesli ifade etmez. Hatta bu sebeple onlara doğrudan geçen yıllara nispetle yaşlı yerine; görüşlerine güvenilen, tecrübeli olan, pir anlamlarına gelen ihtiyar demek tercih edilir. Zira bu yaş grubunun tek özelliği daha fazla yaş almış olması değildir. Bizlere nispeten daha çok görmüş geçirmiş, belki daha fazla kriz yaşamıştır. Yaşlılarımızın tecrübeleri bugün bizim alacağımız tavır konusunda belki de en önemli başvuru kaynağıdır. Tam da kültürel kodlarımızda onlara yüklediğimiz anlamı hatırlamanın ve onlara kulak vermenin zamanıdır.

Zira hem bireysel hem toplumsal anlamda yaşadığımız sorunlar karşısında ne yapacağımızı bilemediğimiz anlarda yaşlıların söyleyeceği her tavsiye bizim için önemli olacaktır. Dahası tüm dünyanın verdiği insanlık sınavında, toplumun belirli kısmının gözden çıkarılamayacağının delili olarak, yaşlılar bugün en fazla önemsenmesi gereken kesimi ifade etmektedir. Bu aynı zamanda modernlik imtihanımızı da belirleyecektir. Zira profesyonelleşmenin, enformasyonun, kolay ulaşılabilen bilginin ve hızın önem kazandığı bir çağda tecrübe gün geçtikçe anlamsızlaşmaktadır. Fakat salgın ve afet gibi durumlarda hem hafızanın en önemli taşıyıcısı hem de tecrübenin müşahhas hali olan yaşlılar toplumda en fazla işlev yüklenen kesim olacaktır. Elbette onların tecrübelerine başvurmayı hatırladığımızda ve bu tecrübeleri nasıl kullanacağımızı bildiğimizde bu durum gerçekleşecektir.

Mekanın Hafızası: Bir Sığınak Olarak Evlerimiz

Covid-19 salgınının gösterdiği bir diğer gerçeklik evlerimizin, alışveriş merkezlerinden, caddelerden, parklardan, çarşılardan kısacası şehrin kamusal mekânlarından daha önemli ve güvenli bir yer olduğudur. Hayatın merkezi olduğunu düşündüğümüz yerler bugün kimsesizliğe terk edilmiş durumda. Şehircilik paradigması açısından önemsediğimiz yerler salgının üreme ve yayılma mekânları olarak değerlendirilmekte. Bugüne kadar hem mekânsal hem de aile ilişkileri anlamında ihmal ettiğimiz evi yeniden hatırlamak zorundayız.

Modern şehirlere yenik düşmüş olan ev kültürümüz bizim krizi aşma noktasındaki tek sığınak noktamız. Akşamları yatmadan yatmaya kullandığımız apartman dairelerinde bu krizi karşılayan hangi birey bahçeli bir eve sahip olamamaktan dolayı hayıflanmıyor? Ya da hangimiz asansöre binerken, düğmelere dokunurken, merdivenlerden çıkarken salgın konusunu aklımıza getirmiyoruz. Hiç şüphesiz bugün şehirlerimiz, mahallelerimiz, evlerimiz bir hayatın geçirilmesine uygun kodlar eşliğinde inşa edilseydi krizin sosyopsikolojik maliyeti çok daha az olacaktı. Bu tecrübe bundan sonraki süreçte nasıl evler inşa etmemiz gerektiği konusunda bizim farkındalığımızı arttırmak durumundadır. Bu vesile ile bir mekân olarak evimize dahil olan ‘hayat’ı hatırlayabilir ve onu yeniden inşa edebiliriz.

Bir İmkan Olarak Hayatı Hatırlamak Gerekir

Toplumsal hafızadan devraldığımız sadece geçmişin travmaları değildir. Hafıza birçok açıdan krizi aşma noktasında bize imkân sunabilir. Bizim kültürümüz açısından baktığımızda dayanışma, ihtiyarlığın anlamı, ev ve aile kültürümüz bunlardan sadece bazıları. Bunların yanı sıra yaşadığımız süreç çok daha temel bir gerçeklikle insanoğlunu baş başa bıraktı. Yaşanılan kaygı bozukluğunun esas sebebi de bu gerçeklik ile yüzleşmeye hazırlıksız yakalanmış olmamız. Belki de bugün hatırlamamız gereken en önemli şey, hayatın ölümle birlikte var olduğudur.

Ötelediğimiz, şehirlerin dışına ittiğimiz, bizim kapımızı çalmaz dediğimiz ölüm yanı başımızda hatta hayatın içinde bizi gözlemekte. İnsanlığın unutmaya hatta tecrid etmeye mahkûm ettiği bu gerçeklik artık kabına razı değil. Bilim ve teknolojideki gelişmeler, hayatın gerçekliğini bastırmaya kâfi gelmiyor. Ancak zaman zaman bireysel olarak hatırladığımızı şimdi toplumsal hatta bütün insanoğlu olarak hatırlamak durumundayız. Ölüm vardır ve hayatın içindedir. Bu gerçekliği hiç unutmamış ve bir paradigma olarak muhafaza edebilen toplumlar bu krizin sosyo-psikolojik etkilerini en aza indirgeyecektir. Zira her ne kadar ağızlarımızın tadını kaçıran ölümü günlük hayatta hatırlamak istemesek de hayat ölümle birlikte vardır.   

Paylaş: