Salgında Patlayan Yaş Ayrımcılığı: Türkiye’de Peter Pan Sendromu ve Yaşlanmanın Yaklaşan Sorunları

Salgında Patlayan Yaş Ayrımcılığı: Türkiye’de Peter Pan Sendromu ve Yaşlanmanın Yaklaşan Sorunları

Salgında Patlayan Yaş Ayrımcılığı: Türkiye’de Peter Pan Sendromu ve Yaşlanmanın Yaklaşan Sorunları

18 Nisan 2020

Meslektaşım von Kondratowitz Akdeniz’de Yaşlanma başlığında bir kitap hazırlığına Türkiye bölümünü yazmam için beni davet ettiğinde “ne yazmayı planlıyorsun?” diye sordu. Ardından gülümseyerek ekledi, “Türkiye’de yaşlanmayla ilgili neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz. Bir çok meslektaş da şaka yollu soruyor ‘yoksa Türkler yaşlanmıyor mu?’” “Tamam” dedim, “işte tam da bunu yazayım!” “Nasıl yani?” dedi şaşkın biçimde, “Türkler yaşlanmıyor mu?” Bu konuşmamızın üzerinden 10 yıl geçti. 2010 yılında “Aging in Turkey: Peter Pan Syndrome?” başlıklı yazımı kaleme aldığımda Türkiye’nin yaşlanma serüvenini anlatmaya Peter Pan’ın öyküsüyle başlamıştım.

 

Varolmayan ülkede yaşayan Peter Pan isimli efsanevi çocuğun öyküsü şöyle başlıyordu: “Bütün çocuklar yaşlanır; birisi dışında!” J.M.Barrie, öyküsünde hiç yaşlanmayacak bir çocuğun, Peter Pan’ın, Varolmayan ülkede Kaptan Kanca ile mücadelesini anlatıyordu. Peter Pan, gençliği, eğlenceyi, iyiliği, azmi, mücadele ruhunu, fedakarlığı, arkadaşlığı, dayanışmayı ve geleceği temsil ederken; Kaptan Kanca yaşlılığı, beceriksizliği, iki yüzlülüğü, kaypaklığı, yalancılığı… yani artık kötülüğe ilişkin ne varsa onu… Peter Pan, diğer çocukları da hiç yaşlanmayacakları vaadiyle Varolmayan ülkeye davet ediyordu. Yoksa dünyada kalıp yaşlanacaklar, maazallah Kaptan Kanca gibi olacaklardı.

 

Türkler de tıpkı Peter Pan gibi Varolmayan bir ülkede yaşadıklarını ve hiç yaşlanmayacaklarını zannediyorlar. En azında öyleymiş gibi davranıyorlar. 10 yıl önce, bu yazının son bölümünde de Peter Pan sendromunun bizi nasıl korkunç bir şekilde etkileyeceğini tartışmaya çalıştım. Sosyal politikaların, uygulamaların orta uzun vadede Türkiye’de ayrımcılığa neden olacağını, yaş ayrımcılığının da kuşaklararası çatışmaya dönüşebileceğini düşünüyordum. Kuşaklararası çatışmaya dönüşürse, hiçbir şey bizi bu açmazdan kurtaramayacaktı. Nasıl olurda sosyal uygulamalar ve mevcut politikalar ayrımcılık üretebilirdi?

 

Öncelikle TÜİK tarafından gerçekleştirilen (ama nedense çok az sosyoloğun kullandığı) araştırmaların sonuçları, Türkiye’de eşitsiz yaşlanmanın, temel yapısal sorunlardan kaynaklandığına işaret ediyor. Yaşlanma olgusu ve yaşlılar söz konusu olunca, toplumsal cinsiyet, sınıf ve etnisite gibi gündelik yaşamda sosyal adaletin sindirilmesi gereken temel alanlarda, Türkiye’de yapısal düzeyde kapsayıcı sosyal politikalar üretilemiyor. Bunun temelinde ise, Türkiye’nin çok genç bir nüfusa sahip olduğu efsanesi yatıyor. Oysa Türkiye hızla yaşlanıyor. Buna rağmen kalkınma planlarında yaşlılık hastalıkla ilişkilendirmenin dışında sektörel olarak ele alınan bir mesele değil. Örneğin son kalkınma planımız, 11. Kalkınma Planı, yaşlanma için nasıl bir öngörü ortaya koyuyor? Yaşlılarla ilgili ne tür politika önerileri sunuyor? Aktif yaşlanma stratejik olarak değerlendiriliyor mu? Sanırım bu soruların yanıtlarını biliyorsunuz. Bilmiyorsanız, 11. Kalkınma Planına bakabilirsiniz.

 

Sadece merkezi yönetim değil, yerel yönetimler ve elbette Türkiye’de sivil toplum ve akademi de çokça dile getirilen bu efsaneye kuvvetle inanıyor. Yaşlanma Türkiye için bir mesele olarak düşünülmüyor. Bir sorun bir risk olarak değerlendiriliyor. Bu bağlamda Türkiye’de çoğunluğun “Peter Pan sendromu” yaşadığını söylesem kızar mısınız? Kızar mısınız diyorum ama sahiden bu da geliyor araştırmacıların başına. Bu görüşlerimi paylaştığım 10 yıl önceki yazıdan bahsettiğimde, Türkiye’deki ünlü bir gerontolog(!) bana mektup yazarak “bu kökü dışarda ideolojik fikirlerimi” kendime saklamamı öğütlüyordu. Tabi ki dinlemedim onu, fikirlerimi paylaşmaktan, düşüncelerimi sizlerle birlikte tartışmaktan vazgeçmedim. Zira Peter Pan sendromun yarattığı kriz, bizi, Yurttaşlık nedir? sorusunu sormaya sevk ediyor. Son günlerde yaşadığımız tüm gelişmeler neticesinde görünür olan eşitsizlikler, aslında insan haklarının ve yurttaşlık haklarının nasıl ihlal edildiğini göstermiyor mu? Türkiye’de yaşlanmayla ilgili sosyal politikaların eksikliği bir insan hakları sorununa dönüşmüş durumda.

 

İzninizle, 10 yıl önceki bu yazımı bitirirken söylediklerimi tekrar ederek bu yazıya başlayacağım: “Faydacı ekonomi politikaların getirdiği devlet anlayışıyla ve retorik yurttaşlık nosyonu bağlamında, sadece nüfusun potansiyel ekonomik fayda sağlayacak kesimlerine odaklanmak, sosyal ve kültürel krizlere yol açabilecektir.”

 

Yasaklar, Gençler ve Yaşlılar

 

Şimdi hep birlikte son 30 günü hatırlayalım mı? Mart ayının hemen başında Korona virüsünden etkilenen ilk vaka tespit edildikten sonra hem yetkililer hem basın bir cümleyi üstüne basa basa tekrarladı: “yaşlılar tehlikede, sokağa çıkmasınlar!” Sosyal medyada da yaşlıların ne kadar tehlikede olduklarına ilişkin tespitler, yorumlar yapılmaya başlandı. Çin’den gelen ilk verilere dayanarak bir çok kimse ölüm oranlarının en fazla 80 yaşın üzerindeki insanlarda görüldüğünü vurguluyor; örneğin İtalya’daki ölüm oranlarının da yüksek olmasının nedenini, İtalya’nın Avrupa’nın en yaşlı ülkesi olmasına bağlıyorlardı. Bu durumda nasıl olur da yaşlılar hala sokağa çıkmaya devam ederlerdi? Sosyal medyada bir çok insan şaşkınlığını gizleyemiyordu. Medya mensupları, sokaklarda arayıp buldukları, köşeye sıkıştırdıkları yaşlıları işaret ederek, yaşlıların hala sokaklarda dolaştığını bildiriyordu.


 

Medyada yaşlılara karşı tepkiler artmaya başlayınca bir büyükşehir belediyesi şehir meydanında bulunan bankları kaldırdı. Öyle ya, meydanı ve bankları cezalandırmak, yaşlıları cezalandırmak anlamına gelecekti! Bu uygulama desteklendi, başka yerel yönetimler de benzer uygulamaları başlattılar. Yaşlıların ücretsiz olarak faydalandıkları toplum taşım hizmeti ilk önce Konya, Ankara ve Antalya büyükşehir belediyeleri tarafından iptal edildi. Buna rağmen hala (!) yaşlıların toplu taşıma hizmetini kullanmaya devam etmeleri de hayretle karşılandı. Nitekim, ilerleyen günlerde büyükşehirlerden birinde ulaşım hizmetleri sorumlusu, ücretsiz biniş kartı iptal edilen yaşlıların toplu ulaşımdan vazgeçmediğini bildirip şöyle diyecekti: “Ancak ilginç biçimde 65 yaş üstü vatandaşın ulaşım ısrarı devam ediyor. Hatta ücretini vererek toplu ulaşım sistemini kullanmaya devam edenler de var. Biz şimdi ücretli binişi de engellemeye çalışıyoruz.”

 

Tüm bu curcunaya “büyüklerimiz” sessiz kalmadı ve 21 Mart 2020 gününden itibaren yaşlıların (65 yaş üzeri insanların) sokağa çıkması yasaklandı. Yaşlılara karşı tepki gösterenleri memnun eden bu yasağın ilk gününde yerel yönetimlerden birisi resmi iletişim kanallarından bir duyuru yaptı: “Yaşlı ihbar hattı ALO 153… 65 yaş üstü insanları sokakta görürseniz arayın.”

 

 

Bu tazyiklerle birlikte, tehlikede oldukları düşünülen insanlar, artık tehlikeli insanlara dönüşmüşlerdi! Oysa hekimlere göre tehlikeli olanlar başkaları olabilirdi[1]. Nitekim sokağa çıkması yasaklanan yaşlılar ileri teknolojiyle izlenmeye de başlanmıştı. Hiç sormayın, dronlar yaşı da ölçüyor mu, onu bilmiyorum!

 

 

 

Bu süreçte, yaşlıların sokağa çıkma yasağının ayrımcı bir uygulama olduğunu, yaş ayrımcılığını daha da yaygınlaştıracağını bildiren Senex: Yaşlanma Çalışmaları Derneği dışında sivil toplumdan kuvvetli bir başka ses çıkmadı. Senex dernek kamuoyuna şöyle sesleniyordu: “Türkiye’de hanelerin 5’te 1’inde en az bir yaşlı yaşadığı düşünüldüğünde, çözüm yaşlıların evden çıkmaması ile sınırlandırılamaz. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre, acil durumlar karşısında hakların askıya alınması geçici, sınırlı ve denetimli olmak zorundadır. Hakların kısıtlanması hem anayasal açıdan hem de uluslararası sözleşmeler bakımından insan hakları yükümlülükleriyle çelişmemelidir. Kronolojik yaşa indirgenerek belirli bir toplumsal kesimin, 65 yaş üzerindeki insanların haklarının süresiz biçimde askıya alınması ise endişe vericidir. Nitekim, yasaklamanın sonrasında çok sayıda yaşlıya karşı ayrımcı tutum ve davranışların görünür biçimde arttığını endişeyle izliyoruz.”

 

Ne yazık, insan hakları konusunda uzun yıllardır çalışan sivil toplum örgütleri yaşlılara karşı sergilenen ayrımcı tutum ve davranışları, yerel yönetimlerin ayrımcı uygulamalarını tarif edemediler. Yaşlıların yaşadıkları hak kayıplarına ilişkin hak savunucularını aktif biçimde sevk edemediler. Yaş ayrımcılığına karşı hazırlıksızdılar.

 

Sonrası… sonrasını hep birlikte yaşıyoruz. Salgın günlerinde yaşlılara karşı nefret söylemini, yaş ayrımcılığının nasıl sistematik biçimde uygulandığını hep birlikte izliyoruz. Dünyanın kaç ülkesinde, nerelerde kronolojik yaşa bağlı olarak hak kısıtlamaları uygulanıyor? Takip edebildiğim kadarıyla Peru’da sokağa çıkma yasakları toplumsal cinsiyete göre uygulandı. Bir gün erkekler bir gün kadınların sokağa çıkmasına izin verildi, bir müddet sonra da bu uygulama kaldırıldı. Sokağa çıkma yasağı uygulanan ülkelerde genel bir takım hak kısıtlamaları söz konusu. Ama tamamı, denetimli ve sınırlı biçimde gerçekleşiyor. Hak kısıtlamalarının bir müddeti var, bu kamuoyuyla da paylaşılıyor. Türkiye’de ise 20 yaş altındaki ve 65 yaş üzerindeki insanların sokağa çıkma yasağıyla ilgili olarak nasıl bir öngörü olduğunu henüz bilmiyoruz.

 

İki Temel Sorun

 

Kronolojik yaşa bağlı olarak uygulanan yasakların ne kadar zaman daha devam edeceği belirsiz. Bu belirsizlik sürecinde iki mesele ise çok net:

 

Birincisi, yerel yönetimlerin herhangi biçimde bir kriz iletişim yapamadığı, dahası hak temelli bir hizmet sunamadığını görüyoruz. Yaşlıların kapıları önünde alış veriş listesi almak yeterli olabilir mi? Yaşlılar sadece ve basitçe tüketicilerden oluşmuyor ki. Evlerine hapsedilen insanların çok çeşitli ihtiyaçları, istekleri, beklentileri ve algıları var. Sadece gıda tüketmiyor, sadece ilaç kullanmıyorlar. Hepsi bir birine benzemiyor, yaşlı denilince hep benzer insanlardan söz etmiyoruz. Oysa, yaşlıların, diğer kuşaklardan farklı olarak, hep birbirine benzediğini varsaymak, tüm yaşlıları düşkün, hasta, işsiz güçsüz ve topluma yük olarak görmek büyük bir yanılgı. Bu yanılgıdan kaynaklı olarak sunulan tüm hizmetler de kuşaklar arası çatışmaya yol açan sosyal uygulamalardır.

 

Bu belirsizlik içinde ikinci netleşen durum ise yaş ayrımcılığının Türkiye’de ne kadar yaygın olduğu, toplumsal refahı, toplumsa güveni ve ekonomiyi ne kadar zarara uğrattığıdır. Türkiye genelinde gerçekleştirdiğimiz Türkiye’de Yaşlılık Tahayyülleri ve Pratikleri başlıklı ilk yaşlanma araştırmasında 35 yaşın üzerindeki nüfusu temsilen seçilen insanlara yaşlarından dolayı kötü bir muameleye maruz kalıp kalmadıklarını sorduk. 2018 ve 2019 yıllarında gerçekleştirdiğimiz bu araştırma yaş ayrımcılığı konusundaki en güncel ve en kapsamlı çalışma. Bu araştırmaya göre toplumun genelinde yaşından dolayı ayrımcılığa maruz kalan insanların oranı %4,3. Yaş gruplarına göre baktığımızda ise daha çarpıcı bir bulgu elde ediyoruz: 35-44 yaş grubunda yaş ayrımcılığına maruz kalanların oranı %1,6 iken, bu oran 65 yaşın üzerindeki insanlarda %6,5’e yükseliyor. Çok çarpıcı değil mi? Zira son 30 günlük süreçte yaş ayrımcılığına ilişkin bu yaygın tutumun nasıl nefret söylemine ve davranışa da dönüştüğünü izliyoruz.

 


Bu çalışma kesitsel bir araştırmaydı. Belirli bir zamanda belirli bir meseleye ilişkin bir bulgu sunuyor bizlere. Oysa elimizde boylamsal bir araştırma olsaydı, daha çok şey söyleyebilirdik. Yaş ayrımcılığı acaba yıllar itibariyle artıyor mu? Yoksa Türkler yaşlısına sahip çıkıp, onu kollayıp koruyor, ayrımcılığa karşı mücadele mi ediyor? Böylece yaş ayrımcılığı azalarak mı ilerliyor? Bu sorulara yanıt verebilmek için boylamsal araştırmalara ihtiyaç var.

 

Türkiye’de yaşlanma çalışmaları alanında tek boylamsal yaşlılık araştırması Antalya Yaşlılık Araştırması (AYA). Bizler 2013 yılından bu yana Antalya’da yaşlanan insanların yaşam kalitelerini, sağlık durumlarını, kenti kullanma pratiklerini, kültürel tüketimlerini, teknoloji ve yeni medya kullanımlarıyla geleceğe ilişkin algı ve beklentilerini araştırıyoruz. AYA her üç yılda bir gerçekleştirilen boylamsal bir araştırma. Böylece, yaşlanan insanların (55 yaş üzerindeki kişilerin) içinde bulundukları durumları tespit edebildiğimiz gibi, yıllar itibariyle eğilimleri, değişimleri takip edebiliyor, geleceğe ilişkin kestirimler yapabiliyoruz. AYA, 2013 yılında ve 2016 yılında tekrar edildi, hemen yaşadığımız korona virüs salgını öncesinde üçüncü fazı tamamlandı. Dolayısıyla elimizde salgın öncesindeki koşulları da bize anlatan bir araştırma var.

 

 

AYA’nın ölçtüğü meselelerden birisi de ayrımcılık ve özel olarak yaş ayrımcılığı. Bulgularımız ise çok çarpıcı. AYA’nın 2013 yılındaki ilk fazında yaş ayrımcılığına uğrayan kişilerin oranı %4,5. Bu rakam 2016 yılında %7’ye yükselmiş. Hemen salgın öncesi dönemde ise (2020 Şubat ayının son haftası tamamlanan araştırmada) bulgularımız yaş ayrımcılığının %10,3’e ulaştığını gösteriyor. Biz, yerel düzeyde de olsa, yaş ayrımcılığının yıllar itibariyle azalmadığını, tam tersine artarak ilerlediğini biliyoruz.

 

Yaş ayrımcılığı nedir?

 

Yaşlılığın ve hastalığın her daim kol kola olduğunu iddia etmek, yaşlılığı mütemadiyen sağlık sorunlarıyla ilişkilendirmek, yaşlıları işsiz güçsüz, düşkün, hasta ve ölümü bekleyen insanlar olarak görmek yaş ayrımcılığıdır. Oysa, yaş ve hastalıklar arasında kaçınılmaz bir bağ bulunmaz, yaş tek başına sağlık durumunun en güçlü belirleyicisi değil. Oysa, toplumsal cinsiyet, yaş, etnisite ve sınıf kesişimi eşitsizlikleri görünür kılar. Nitekim, araştırmalarımızda hastalıkların ve ölümün, yaşlılar arasında değil, yoksullar arasında daha yaygın olduğunu görüyoruz.

 

Yaş ayrımcılığı, hatalı bir davranışın sonucunda basitçe özür dilenerek çözülecek bir mesele de değil. Tek kelimeyle çok çarpıcı, sarsıcı ve sinsi bir ayrımcılık türü. Salgının yaşandığı süreçte yaşlılara yönelik sokağa çıkma yasağını hem destekleyenler içinde hem de karşı çıkanlar içinde görebilirsiniz bu dışlayıcılığı. Gençler, yetişkinler ve yaşlılar içinde de… O nedenle yaş ayrımcılığı çok sinsi. Yaşlı insanlar da yapıyor, yetişkinler ve gençler de… Okumuşlar da, okumamışlar da… Saha araştırmalarım sürecinde gerçekleştirdiğim derinlemesine görüşmelerde, yaşlarından dolayı yaşadıkları kötü muamelelere ilişkin bazı çarpıcı örnekleri katılımcılar şöyle ifade ediyordu;

·      Bankada sıra beklerken karşısındaki görevliye “artık çok yaşlandık” diyor. Görevli yanıt veriyor “Estağfurullah! Ne yaşlısı, çok gençsiniz, maşallahınız var!” Kibar ayrımcı!

·      Yürürken ayağı kayıp düşen bir kadını koşup yerden kaldıran kişi üzülerek haykırıyor “Yahu teyze senin ne işin var bu karda kışta dışarda. Otursana evinde!” Yardımsever ayrımcı!

·      Üniversitede bir öğrencim var. Kendisine çocukları tepki göstermişler “bu yaştan sonra okuyup da ne olacaksın!” demişler. Kibirli ayrımcılar!

 

O kadar sık rastlarsınız ki bu tip örneklere. Biraz hafızanızı yoklasanız sanırım sizden de çok “iyi” kötü hikayeler çıkacak. Ayrımcılık sınır da tanımaz yani, yoksulu varsılı olmaz, genci yaşlısı, okumuşu cahili olmaz. Her meslek grubunda, her yaş grubunda ya da yakınımızda ayrımcı tutum ve davranışa sahip kişiler olabilir.

 

Ne yazık ki, kriz dönemlerinde ayrımcılık daha da yaygınlaşabilir, ayrımcı tutumlar bir çırpıda davranışa dönüşebilir. Sonrasında istediğiniz kadar yaşlıları ne kadar çok sevdiğinizi, Türklerin yaşlısını nasıl da koruyup kolladığını haykırın, nafile. Yaş ayrımcılığı kuşaklararası çatışmayı derinleştiren ayrımcılık türlerinden birisi. Telafi edilmesi, yüreklerimizde açılan yarayı onarması hiç de kolay değil. Bu salgın atlatılınca, dönüp geriye baktığımızda hafızamızda tatsız bir anı ve yüreğimizde bir sızı kalacak.

 

Öte yandan yaş ayrımcılığı bu kadar da soyut değil elbette. Somut etkilerinden birisi de ülke ekonomisine bıraktığı zarar. Nitekim yaş ayırımcılığının etkileri hakkında gerçekleştirilen güncel bir çalışmada Levy ve arkadaşları ülke ekonomisine verdiği zararı hesapladılar. Yaş ayrımcılığının 1 yıllık maliyeti 63 milyar dolar!

 

Kim Bu Yaşlılar, Nasıl İnsanlar?

 

Yaşlıları tek tip insanlar olarak gören, hep birbirine benzeyen kişilerden oluştuğunu zanneden, topluma yük olarak algılanmasına neden olan tüm yaklaşımlara bir çırpıda ve tavizsiz biçimde karşı durulmalı. Yaşlılar, eski, çağdışı, yeniye yabancı, ağırkanlı olan ve ne denildiğini anlamayan kişiler değiller. Aksine yaşlı denildiğinde, sürekli hastalığın ve ölümün dışında başka görüntüler de canlanmalı zihnimizde.

 

Yaşlılar basitçe uzun yaşayan insanlar da değiller. Yaşlılar sadece emeklilerden de oluşmaz. Yaşlılar, tıpkı çocuklar, gençler, yetişkinler içinde olduğu gibi çok çeşitli kişilerden oluşurlar. Yaşlı erkek ve yaşlı kadınlar, basitçe “ihtiyar”, “kocamış”, “geçkin”, ya da “pir-i fani” diye adlandırılabilecek, homojen bir grubu oluşturmazlar.

 

Yoksulu da vardır, varsılı da. Orta hallisi de vardır. Teknolojiyle içli dışlı olan da, bilgisayara bozarım diye bakan da... Bilgisayarı olmayan da! Hızlı olan da vardır içlerinde, ağırkanlı olan da. Kimi duramaz yerinde üretir, kimi oturur tüketir. Kimi aşık olur gezinir, kimi herkesi eleştirir. Orhan Veli ne güzel söylemiş: “ağız var, kulak var, burun var; ama hepsi başka biçimde!” Evet, tıpkı çocuklarda olduğu gibi ya da tıpkı gençlerde olduğu gibi, yaşlılar da birbirinden oldukça farklı, çeşit çeşit insandan oluşur. Yaşlı denildiğinde de homojen, birbirine tamamen benzeyen kimselerden söz edilemez. Bu kör bir bakış olur.

 

Bu tip bir bakış açısına sahip olan kimseye yaş ayrımcısı (ageist) denilmekte ve toplumda yaşlılara karşı sistematik ön yargılar yaş ayrımcılığı (ageism) olarak adlandırılmakta. Yaş ayrımcılığı, ırkçılık ve cinsiyetçilik gibi, en yaygın ve en zalim ayrımcılık türlerinden birisi. Bu yöndeki bilgi eksikliği, toplumsal efsaneler ve önyargılar, sinsice kendini gösteren kuşaklararası çatışmanın ifadesi.

 

Ne Yapmalı?

 

Öncelikle üç tür yaş ayrımcısına ilişkin farkındalık kazanmalı.

 

Bunlardan birisi anaç ayrımcılar. Temel özelikleri aşırı ilgi göstermeleri. Aşırı samimi konuşma, abartılı biçimde iletişim kurma, yaşlı insanlara karşı basitleştirilmiş dille hitap etmeleri onları hemen fark etmenizi sağlar. Bir de bebek konuşması en sık başvurdukları iletişim biçimi…

 

İkincisi, anaç ayrımcıların tam karşısında konumlanan kibirli ayrımcılar. Yaşlıya ve fikirlerine karşı dışlayıcı tutum sergilerler. Yaşlıları sıkça davranış, tutum ya da fikirlerinden ötürü kınarlar, ayıplarlar. Yaşlılarla iletişim kurdukları sırada tartışmayı kontrol etmek en temel özellikleri. Agresiftirler, şiddet eğilimi göstermeleri kaçınılmaz.

 

Üçüncü tipoloji, yardımsever ayrımcılar. Yaşlıların bir işi yapamayacağı yargısından hareketle onun adına tüm işi üstlenirler. Aşırı bağdaşma temel özellikleri.

 

Her üç tipolojideki kişiler her yaştan insanlardan oluşabilir. Yaşlanmaya, yaşlılığa ve yaşlıya karşı önyargıları çok kuvvetlidir. Yaş ayrımcılarına ve yaş ayrımcılığına karşı farkındalık sahibi olmak bu sinsi ayrımcılıkla mücadelenin ilk adımı.

 

Jack London’un Diriliş hikayesinde söylediğini bugünlerde tekrar tekrar anımsıyorum “Hasta olduğumuz için özgürlüğümüzü elimizden alıyorlar. Yasalara boyun eğdik oysa.” Umuyorum gelecek günlerde yaşından dolayı kimsenin özgürlükleri daha fazla elinden alınmaz.

 



[1] Bu tehlikenin ne olduğuna ilişkin yasaklardan hemen önce yazdığım yazıya şuradan ulaşılabilir https://www.birikimdergisi.com/guncel/9982/gencler-yetiskinler-ve-yaslilar-bir-de-ozgurlukler#_ftn1

Paylaş: