Salgın Zamanlarında Dini Pratikler: Toplumu Teskin Etmek mi Yeniden Düzenlemek mi?

Salgın Zamanlarında Dini Pratikler: Toplumu Teskin Etmek mi Yeniden Düzenlemek mi?

Salgın Zamanlarında Dini Pratikler: Toplumu Teskin Etmek mi Yeniden Düzenlemek mi?

04 Mayıs 2020


Koronavirüs salgınıyla birlikte tartışılan konulardan biri de din oldu.  Salgının yayılmaya başladığı ilk günlerde sosyal medyada dolaşan amatör bir karikatür bu tartışmanın nedenine işaret ediyordu. Karikatürde hastane duvarında asılı hemşire portresi, farklı dinlerden seçilmiş din adamlarına sus işareti yapıyordu. Yorumsuz olarak yayılan bu paylaşım, virüs ile mücadelede dinlerin susması ve modern sağlık sisteminin ve bilimin konuşması gerektiğini ifade ediyordu.


Dine yönelik buna benzer eleştirel paylaşımlarda temel vurgu, inançların virüs ile mücadelede bir katkısının olmayacağı, dinlerin araştırmayı, çözüm bulmayı bir kenara itip dua ve yakarışla salgını çözmeye çalışacakları, tam da bu sebeple şimdi susmaları ve sadece bilimin konuşması gerektiğine yönelikti. Bunun yanı sıra kutsal mekanları ziyaret etmek için yapılan ülke dışı seyahatler, toplumu bir araya getiren ibadethaneler ve dini törenler bir anda virüsün daha hızlı yayılmasına yol açabilecek toplumsal tehditlere dönüştü. Bu sebeple toplu ibadetlerin yapılması bir çok ülkede yasaklandı ve insanlar evlerine çekilirken karikatürün gerçekliği, ihtimal dahilinde bir öngörüye dönüştü.

Peki salgın ile ilgili tartışılması gereken onca mesele varken dinin bu şekilde gündeme gelmesini nasıl okumamız gerekir? Dini böyle bir ayakbağı ya da en hafif ifade ile gölge etmemesi istenen bir şey gibi görmek nereden çıktı?

Salgının Farklı Boyutları ve Dini Doğru Konumlandırmak

Din-bilim karşıtlığı elbette yeni değil. Avrupa’da aydınlanma ile başlayan tartışma Ernest Renan’ın (1892) meşhur İslam ve Bilim adlı eseri ve ona Namık Kemal tarafından yazılan reddiye yoluyla Osmanlı’da da sürmüştür. Dine karşı bilimcilik, Cumhuriyet’in ilanından sonra da belirli bir çevrenin amentüsü olarak yerleşmiştir. Ertuğrul Şevket’in Şeriatçı oyunundaki aşağıdaki diyalog bu anlamda manidardır.

"Nuriye: Efendi, insan hastalanmaz mı?

Kadı: Hastalanırsa ne olur? Mahallede kurşuncu, muskacı mı yok.

Nuriye: Kâdı efendi, şimdiye kadar kurşuncudan, muskacıdan kim faide görmüş ki ben göreyim? Bunlar saçma şey.

Kâdı: Tuuu, tövbe de. Kelime-i şehadet getir. İmanını tazele be kadın. Senin dine, diyanete imanın yok mu?

Nuriye: Benim dine de diyanete de imanım var. Fakat kuşpalazından hasta yatan çocuğa, ne dinin ne de imanın faydası dokunur. Bu derdi ancak fen, tıp önleyebilir.

Kadı: Vay din düşmanı vay. Ben sana gösteririm çocuğum hasta diye evine erkek kabul edip zina etmeği? Ben sana gösteririm." 

Karikatürde olduğu gibi burada da din ile bilim arasında mutlak bir karşıtlık kuruluyor. Buradaki mesele iki taraftan biri olmadığı halde, iki taraf adına da konuşma otoritesine sahip olduğunu düşünen insanların, yine iki tarafın bu konuyla ilgili görüş ve eylemlerine bakmadan, onları edilgen bir konuma iterek kendi ön yargılarını ve indirgemeci yaklaşımlarını ve belki de temennilerini “mış gibi” sunmalarından kaynaklanıyor.

Ancak salgının bilimin sınırları dahilinde kalmayıp bütün sosyal hayatı kavradığı anlaşıldıkça ve salgınla mücadelede her toplumsal kurumun işe koşulması gerektikçe, dinin toplumsal krizlerdeki işlevsel rolüne dair görüntüler televizyonlarda ve sosyal medyada öne çıkmaya başladı. Türkiye özelinde sayısız örneği bir kenara koyarsak, seküler nüfusun yoğunlukta olduğu Avrupa’nın birçok ülkesinde bile insanlara moral verebilmek için camilerde sesli ezan okunmasına izin verildi. Amerika’da ve birçok ülkede başta camiler olmak üzere ibadethaneler ihtiyaç sahiplerine yardım yapmak için birer dağıtım merkezine dönüştü. Müslüman toplulukların Almanya’da, İngiltere’de, Fransa’da din ve ırk ayrımı yapmadan evden çıkamayan yaşlı insanlara yardım ettiği görüntüler, Batı’nın güvenlik endişelerini yanlış kaynakta aradığı gerçeğini tekrar hatırlattı. Soğuk Savaş sonrasında Batı’da siyaset ve medya tarafından hemen her sorunun kaynağı veya tarafı olarak yargılanan Müslümanların, Avrupa devletlerinin kendi haline bıraktığı yaşlı ve muhtaç nüfusa yardıma koştuğunu gördük.

Diğer yandan, hastanelerde hasta yoğunluğundan ve maalesef artmakta olan ölüm oranları karşısında yetersiz kalan sağlık personelinin birlikte dua ederek moral bulmaya çalıştığı görüntüler bu süreçte dinin susması değil, tam tersine bir eski dost gibi yetişerek toplumsal mekanizmanın bozulmasını önlemesi gerektiğini ortaya çıkardı. Nitekim hiçbir dinin ya da inanışın bu virüse bir çare bulma iddiasında olmadığı fakat, salgınla birlikte güçlü tutulması gereken toplumsal dayanışma, psikolojik dayanıklılık ve motivasyonu sağlayarak, salgının toplumsal etkilerini hafifletmeye odaklandığı görüldü.

Mekânsal Daralma ve Dinin Bireyselleşmesi?

Dinin yatay boyutundaki etkileriyle birlikte, toplu katılım gerektiren ibadetlerin yasaklanması ile din, kamusal alandançekilerek özel alana hapsolmak zorunda kaldı. Bu ise toplumsal birlikteliği simgeleyen Cuma namazını Ramazan misafirliği ve sohbetlerini, teravih namazını imkansız hale getirdi.

Bu süreçte dinin yaşadığı mekânsal daralma ve kamusal alandaki görünürlüğünü kaybetmesi bir gerileme olarak görülebilir. Ancak mekânsal daralmanın dini tecrübede yoğunlaştırıcı bir etkisinin olduğunu söylemek de mümkündür. Dinin dikey boyutunu temsil eden ibadetler, insanların evlerinde daha önce yapmadıklarını söyledikleri yeni mikro cemaatleri üretti. Aile üyelerinin topluca namaz kıldıklarını gösteren paylaşımlar, aile ile birlikte yapılabilecek dini etkinliklerle ilgili sosyal medyada bilgilendirici çalışmalar, etkinlik videoları ile birlikte, daha önce bunlara vakit bulamayan ya da hayatın normal işlediği dönemlerde bunlara gerek duymayan insanların, dinin cemaat ruhuna yeni bir boyut kazandırdığını görmek mümkündür.

Yine bu süreçte modern dünyanın demir kafesinden kendi evlerine kaçarak, bir kapanmaya değil, kendileriyle ruhsal bir hesaplaşma sürecine girdiğini söyleyenlerin sayısı az değil. Din ile kurulan bu yeni bağ, onu mekânsal olarak kısıtlarken yoğunlaştırıyor ve birey için bir kopuşu değil tam tersine daha anlamlı yeni bir ilişkiyi tetikliyor. Bu bakımdan hem yatay hem de dikey boyutta din, sadece anlamlı bir fail olarak krizlerin aşılmasına katkı sağlamıyor, aynı zamanda kendisinin yerleştirilmek istendiği karşıtlığın anlamsızlığını da gösteriyor.

Bu süreçte din içine sıkıştığı klişe vaazlardan, uzun sohbetlerden, belirsiz tavsiyelerden arınıp, toplumsal dinamiğin içinde merkezi bir yere geliyor. Aynı zamanda, karikatürize edildiği din-bilim karşıtlığı içinde aslında hiç yer almadığı, toplum için kendi üzerine düşenleri yapmakla daha çok ilgilendiği ve bunu da yine insan eliyle gerçekleştirdiğini gözlemliyoruz.

Dinin, sadece endişeli zamanlarda moral veren manevi yönlerini değil, maddi toplumsal hayatın kurucu bir ilkesini sağlayan, hayatı inşa eden ve yeniden düzenleyen, toplumsal dayanışmayı anlamlı ve gerekli hale getiren yönleri de bulunmaktadır. Din sadece bir rahatlama unsuru değil aynı zamanda daha iyi bir düzenin inşasının temelini oluşturur. İnsanlığı saran bu tür büyük kriz zamanlarında bilim din karşıtlığının anlamsız olduğu ve hayatın maddi ve manevi olarak bir bütün olarak kavranması ihtiyacı yeniden açığa çıkıyor.

Din, panik anımızda teskin edici bir rol üstlenebilir. Başa çıkamayacağımızı düşündüğümüz bir sorunla yüzleştiğimizde bize yardımcı olur. Kaybettiğimiz şeylerden ötürü bizi teselli eder.  Fakat toplumsal bunalım anlarında tepkisizliğe itecek bir sakinleştirici olmaktan ziyade harekete geçirici, yavaşlatmaktan ziyade hızlandırıcı, pasifleştirmekten ziyade karar almayı motive eden yönleri ortaya çıkıyor. Din, dayanışmayı ve yardımlaşmayı harekete geçirerek toplumun savunmasız olan kısımlarının unutulmasını engelliyor. Böylece krizin aşılmasında insanların faydasına olacak şekilde bir toplumsal düzen oluşmasına katkı sağlarken aynı zamanda bunu gerçekleştirecek insanların davranışlarına bir “anlam” katıyor.

Paylaş: