Sosyal Zaman ve Salgın: Uzun Bir Ân

Sosyal Zaman ve Salgın: Uzun Bir Ân

Sosyal Zaman ve Salgın: Uzun Bir Ân

15 Nisan 2020



İçinden geçmekte olduğumuz salgın günleri sosyal hayatı, sosyal ilişkileri derinden etkiledi. Günlük alışkanlıkları yerinden etti. Ne kadar süreceği bile henüz belli olmayan bu sosyal kriz, ekonomiden siyasete, uluslararası ilişkilerden eğitime hatta hukuka kadar birçok alanda muhtemelen kimisi kalıcı hale gelecek değişimlere sebep oldu.

Bir sosyal kategori olarak zaman perspektifinden bakıldığında da bu salgın hakkında birçok şey söylenebilir. Zira fiziksel zaman içerisinde gerçekleşen âfet gibi olağandışı olaylar kolektif davranışın önemli örneklerini bize sunar ve sosyal zamanın içerisine yerleşir. Sosyal zaman, üzerinde uzlaşılmış zamansal iletişimi ve ilişkileri mümkün kılan sosyal gerçekliğin bir boyutuna gönderme yapar. Bu açıdan bakıldığında belki söylenebileceklerin başında salgının neredeyse bütün dünyayı eşzamanlı hale getirmiş olması gelmektedir.

Her Toplumun Kendi Zamanı Vardır

Her toplum, daha doğrusu her kültür aslında kendi sosyal zamanında yaşar. Modern endüstri ilişkileri, kent hayatı, ulaşım ve iletişim araçları dolayısıyla ve özellikle de son dönemlerde küreselleşmenin önemli etkisiyle kültürler arası zamansallıkların önceden olmadığı kadar kesişmesinden bahsedilebilir. Fakat yine de her kültür, sosyal zamanıyla bunları kendi diline bir şekilde tercüme ederek yeniden üretir. Salgın ise bu kesişmeyi alabildiğine artırmış ve neredeyse bütün dünya eşzamanlı hale gelmiştir.

Salgın gibi büyük olaylar kolektif hafıza oluşturur. Hatırlama veya zamansal belirlenim takvim zamanı üzerinden değil, sosyal zaman üzerinden yapılır. 

Diğer taraftan salgın gibi büyük olaylar kolektif hafıza oluşturur. Hatırlama veya zamansal belirlenim takvim zamanı üzerinden değil, sosyal zaman üzerinden yapılır. Mesela, ister kendisini göstermek isterse de onun üzerinden başka bir şey göstermek için olsun Marmara Depremi dediğimizde artık 17 Ağustos 1999 olarak işaretlemeye ihtiyaç yoktur. Dahası deprem bir günde, o bir günün içerisinde bir saatte, o saatin içerisinde de 45 saniyede gerçekleşen bir olay olsa da Marmara Depremi, bağlamına göre içerisine ayları alan bir zamansal süreye işaret edebilir. Bunu sağlayan şey bir olayı sosyal zamanın yorumlamasıdır.

Günümüzdeki salgın ise daha şimdiden, eşine tarihte az rastlanacak küresel bir kolektif hafıza unsuru oluşturacak gibi gözükmektedir. Birçok farklı alandan akademisyen ve düşünür bu salgının Koronavirüs öncesi ve sonrası olarak değerlendirilebilecek etkilere sahip olacağını söylemektedir. Bu yorumlar da aynı şeye işaret eder.  Bugünlerde doğanlar, ölenler, evlenenler vs. Koronavirüs günlerinde olarak kodlanacaklar. Birçok farklı kültüre mensup kişi, ortak bir sosyal zamanın oluşturduğu kolektif hafıza üzerinden bir iletişim dili kurabilecekler.  

Sosyal Zamanın Sınıfsallığı Nasıl Değişiyor?

Çoğunlukla evlerde durulan bu süreçte, aile zamanının ve bireysel zamanın arttığı düşünülürken, teknolojik araçlar başta olmak üzere farklı yollarla sosyal zamanın çeşitli formları bireysel zamanı dışarıdan ve zorlayıcı bir güç olarak belirlemeye devam etmektedir.  Tam da burada, bir yönüyle eş zamanlı hale geldiğini söylediğimiz toplumların ve bir toplum içerisindeki sosyal tabakaların, sınıfların, sosyal grupların kendi zamansallıklarını farklı bir formda yeniden kurduğunu görebilmek mümkündür.

Salgın döneminde, zamanın boş zamana dönüşmesi bir sosyal statü göstergesi olarak okunabilir.

Sınıfsal bir analiz yapıldığında salgın döneminin kim için boş zamana dönüştüğü üzerinden kolaylıkla değerlendirme yapılabilir. Yani diğer bir deyişle, salgın döneminde, zamanın boş zamana dönüşmesi bir sosyal statü göstergesi olarak okunabilir. Son günlerde, sembolik anlam yüklenerek tartışılan, tanınmış zengin bir aileye mensup birisinin sosyal medyada paylaştığı bir resimde deniz (boğaz) kenarında spor yaptığı görülmekteydi. Bir takipçisinin evde kalması gerektiği uyarısına “sakin ol champ.. evdeyim” şeklinde cevap vermişti. Burada, çoğunlukla mekan (ev) üzerinden bir sınıfsal okuma yapılmış olsa da salgın dönemini boş zamana dönüştürmüş olması üzerinden de bir okuma yapmak mümkündür.

Dolayısıyla, eğer belirli bir sosyal sınıf veya grup değil de mevcut sosyal durum anlaşılmak isteniyorsa boş zamanlar sosyolojisinin araçları, kavramları ve metodolojisi kullanılamaz. Zaman, farklı sosyal sınıflar veya meslekî gruplar için aynı şeyi ifade etmez. En önemli sosyal eşitsizlik göstergelerinden birisi kişinin kendi zamanını yönetmedeki otonomisidir. Sınıfsal piramitte aşağıya doğru inildikçe, genellikle zaman dışarıdan ve daha katı olarak belirlenir. Yukarıya doğru çıkıldığında zaman daha esnektir. Salgın döneminde en fazla mağdur olanlar da normal hayatında kendi zamanını yönetmekten mahrum olanlar.

Çalışanların, tepelerindeki saatin tiktakları (dakikalar), çıkarılması gereken mal veya hizmet (banka çalışanlarının, pazarlamacıların vs. yapmak zorunda oldukları işlem adedini düşünebiliriz) için bir kırbaç işlevi görmekteyken, salgın günlerinde o tiktaklar beyinlerine işleyen bir işkence aletine dönüşebilmektedir. 

Diğer taraftan, zamanın kıt bir kaynak olduğu ve bir meta haline geldiği modern toplumda zaman paradır. İşçi çalıştığı saat başına ücret alır. Çalışanın, ömrünün içinden sattığı zaman, çalışma hayatı dışındaki zamanını idame ettirebilmesi içindir. Salgın günlerinde ise toplumun üst ve orta-üst sınıfındakiler aile ve bireysel zamanlarını artırarak, bu dönemi değerlendirmeye çalışırken; işten çıkarılan, ücretsiz izne ayrılan veya gündelikçi olarak çalışırken iş bulamayan alt sınıftakiler satabilecekleri zamanı bile ellerinden kaybettiler. Çalışanların, tepelerindeki saatin tiktakları (dakikalar), çıkarılması gereken mal veya hizmet (banka çalışanlarının, pazarlamacıların vs. yapmak zorunda oldukları işlem adedini düşünebiliriz) için bir kırbaç işlevi görmekteyken, salgın günlerinde o tiktaklar beyinlerine işleyen bir işkence aletine dönüşebilmektedir. Bu durumun da eşitsizliği arttıran bir faktör olduğu görülmektedir.

Rasyonel Planlama Çöküyor

Modern toplum, zamanı sıkı bir şekilde planlayan, rasyonelleşmeyle beraber dakikliğin çok önemli olduğu, kurumsal zamanın programlama (schedule) ile işlediği, bireysel eylemlerin saat zamanına göre ayarlandığı, çalışma hayatının vardiya yöntemiyle döndüğü, kent hayatının durmaksızın akmaya göre planlandığı sıkı bir zamansal rejime sahiptir. İnsanların işlerine giderken, metro veya otobüsü bekleme sürelerinden, belirli bir mesafeyi yürüme sürelerine kadar standartlaşmaya doğru bir akış vardır.

Bütün bu zamansal rejim ve birbiri içerisine geçmiş rasyonel organizasyonlar öngörmeyi mümkün kılan şeylerdir. Öngörmek ise güvende hissettirir. Durakta, metronun kaç dakika sonra geleceğini görmek, gideceği durağa kaç dakikada gideceğini bilmek veyahut kendi aracıyla navigasyondan varış yerine kaç dakika sonra ulaşacağını bilmek bu sıkı zamansal rejimin göstergelerindendir. Salgın zamanlarında ise bu sıkı zamansal rejimin hızlı bir şekilde gevşediği gözlenmektedir. Esnek çalışma biçimlerinin oluşması, işe giriş çıkış saatlerinin görece serbestleşmesi ve bunların zamansal rejimi ve ritmi aksatan bir problem olarak görülmemesi, mekanik zamanın baskısını azaltmış; duyguları, empatiyi, hoşgörmeyi sosyal zamana yüklemiş gözükmektedir. Fakat buna karşılık, sanal zamanın örgütlenmesi ve standardizasyonu artmıştır.

Normal dönemde sanal zaman, büyük ölçüde istendiği şekilde biçimlendirilebilirken, başta eğitim faaliyetlerinin sanal ortamlardan yapılması olmak üzere, salgın döneminde şirketlerin, dernek ve vakıfların, hatta arkadaş sohbetlerinin dakikleşmesi artmıştır. Mesela bu dönemde öne çıkan sanal görüşme programlarından biri olan zoomda ileri saatli bir görüşme, toplantı veya ders ayarlanabilmekte, herkesin de buna uyması beklenmektedir. Mekanik zaman, gerçek hayatta kaybettiği alanı sanal hayatta kazanmakta gibi durmaktadır.          

Hız Toplumunda Zamanın Yavaşlayışı Kaygıya Yol Açıyor

Sosyal bir kriz olarak salgın, zamanın akış hızını da yavaşlattı. Hatta, sosyal zamanın niceliksel zamanın karşısında duran bir niteliksel zaman olduğu düşünüldüğünde zamanın durduğu bile söylenebilir. Çünkü sosyal bir varlık olarak insan, şimdiki zamanı yaşamaktayken bile geçmiş zaman ve gelecek zaman onda içkindir. Sosyal zaman perspektifinde şimdiki zaman (ân) kendi başına bir birim değil, geçmiş ile gelecek arasındaki bir aralıktır. İnsan, şimdiki zamanını geçmiş bagajıyla ve gelecek kaygılarıyla birlikte yaşar. Bunun için de salgın, fiziksel zamanda ne kadar sürerse sürsün bir ân olarak kodlanacaktır.

Bunun içindir ki salgın döneminin içinde yaşamaya devam ediyor olsak da salgın sonrası zamandan bugünlere bakmaktan kendimizi alıkoyamıyoruz. Uzunca bir ândan ibaret olan bu salgın dönemini arada olan bir şey olarak görüyoruz. Bu durum, zamanı idraki de etkiliyor. Alışılmış zamansal akışın farklılaşması, saatin, günün, haftanın zihindeki belirleyiciliğini azaltıyor. Birçok kişinin hangi günde olunduğunu hemen hatıra getirememesi, haftaiçi mi haftasonu mu olduğunun fark edilememesi bu uzun ân idrakinden kaynaklanıyor. Dindar insanlar için cuma namazlarının kılınmıyor olması, hem hafta bilincini hem de dinî zamanın örgütlenmesini farklılaştırıyor, ân’ı uzatan başka bir etmen oluyor.

Hasılı, güneş doğmaya ve batmaya devam ediyor, astronomik zaman nesnel akışını sürdüyor, fakat sosyal zaman ne kadar süreceği belli olmayan bir ân’ın içerisinde. Kim bilir belki de bu durum, dünyadaki varoluşumuzun da arada duran bir ân oluşunu hatırlatan bir uyarıcıya dönüşür.

Paylaş: