Tıp Bu Noktada Çaresiz!

Tıp Bu Noktada Çaresiz!

Tıp Bu Noktada Çaresiz!

27 Nisan 2020

“Hastanız için tıp bu noktada çaresiz.”

Sağlık, yaş ve cinsiyet gibi biyolojik faktörlerin yanında yaşanılan çevre, ulaşım, aile, medeni hal, eğitim, gelir, meslek, iş, kültür, din, toplumsal destek, yaşam tarzı, sosyal politika, sağlık hizmetleri gibi pek çok sosyal faktörden etkilenmektedir. Sağlığın bu kadar çok sosyal belirleyeninin olması aslında tıbbın sosyal bir bilim olduğu iddiasını güçlendirmektedir. Bu iddia on dokuzuncu yüzyılın ortalarında endüstrileşmenin ve kapitalizmin hız kazandığı, kentlerin ve diğer tüm toplumsal düzenlerin yeniden kurgulandığı bir dünyada dillendirilmiştir. Tıbbın sosyal bir bilim olduğunu söylemek o dönem için yeni bir fikir olsa da bugün bile kulağa garip gelmektedir.

1900’lerin ortalarında Dünya Sağlık Örgütü sağlığı bedenen, ruhen ve sosyal iyilik hali şeklinde bütünlüğe vurgu yaparak tanımlamıştır. Fakat geçen zaman içerisinde sağlığın tanımındaki bütünlük mevcut uygulamalarda görülememiştir. Bedensel sağlık tıpçılara; ruhsal sağlık ise psikolog/psikiyatrist ve türevlerine devredilmiştir ancak sosyal sağlık için belli bir meslek grubu görevlendirilmiş değildir. Burada basit bir kurguyla sosyal iyilik hali için sosyal olanın bilimiyle uğraşan sosyologlara bir görev yüklenebilir.   

Derhal belirtilmelidir ki bu çağrı toplum doktorluğu ya da toplum mühendisliğine bir çağrı değildir. Bir başka ifade ile tıbbın ya da mühendisliğin sosyal hali de değildir. Sosyologlara ve dolayısıyla sosyolojiye çağrı ile bu işi yapanların ya da bu bilim dalının yüceltilmesi gibi bir misyon da üstlenilmemiştir. Vurgulanmak istenen şey sağlığın tanımına da uygun olacak şekilde dünyaya ve hayata bütüncül bakışın ne kadar önemli olduğu ve sosyolojinin bu bakış içerisinde yer almasının gerekliliğidir.

Sağlığın tanımına da uygun olacak şekilde dünyaya ve hayata bütüncül bakış çok önemlidir ve sosyoloji bu bakışın içerisinde yer almalıdır.

Sağlık bir bütündür ve sağlıklı olmanın yolu bedensel ve ruhsal iyilikle birlikte toplumsal iyilikten geçmektedir. Sağlık bilimlerinin toplumsal iyiliği görmezden gelmesi sağlık bilimlerini akim bırakmıştır/bırakacaktır. Basit bir mantıkla sağlık ve toplumsal iyilik için sağlıkla ilgili uğraşının sosyal bilimlere ve daha özelde sosyolojiye açılması gerekir. Bir salgının sadece biyomedikal müdahalelerle çözül(e)mediğini gördükten sonra bu tür mücadelelerde sosyolojiye yer açmak gerekmektedir.

Bir salgından hangi kesimlerin daha çok etkilendiğini, bu etkilerin sebeplerini, hangi müdahalelerle bu etkilerin ortadan kaldırılabileceğini anlamak için ise sağlık sosyolojisi gereklidir. Salgın durumundan belli bir bölgede, mesleklerde, yaşlarda, eğitim düzeyinde, gelir seviyesinde ve kültür çevresinde bulunan insanların neden daha fazla etkilendiğini anlamak ve açıklamak; sonrasında ise bu duruma müdahale edebilmek için sosyoloji elzemdir.

Bütüncül ve sağlıklı bir sosyoloji için sağlığın sosyolojiyle birlikte düşünülmesinin yanında sosyolojinin de diğer bilimlerle ve onların ürettiği bilgiyle birlikte ele alınması gerekir. Bu bağlamda salgından daha fazla etkilenen kesimleri tespit edebilmek ve hangi değişkenlerin salgında daha fazla etkili olduğunu görmek için bazı verilere bakmak yararlı olacaktır. Örneğin kişilerde bulunan sağlık sorunlarıyla ölüm oranları arasında önemli bir ilişki vardır. Avrupa’daki kayıtlara göre ölümlerin yüzde 95’inde en az bir harici hastalık bulunmaktadır. Bunlar içerisinde ise kardiyovasküler hastalığı bulunanlardaki oran yüzde 67; diyabet olanların oranı yüzde 36; akciğer hastalığı bulunanların oranı ise yüzde 26’dır. Yaş değişkenine göre toplam vaka sayısının ancak yarısına yakını 60 yaş üzerindeyken ölümlerin yüzde 95’inin bu grupta olduğu görülmektedir. Diğer yandan vakalar cinsiyete göre dengeli biçimde dağılmasına rağmen ölenlerin yüzde 60’ı erkektir.

Sağlığın/hastalığın toplumdaki dağılımını farklılaştıran bir başka değişken ise ırk/etnisitedir ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki görünüm bu durumu iyi(!) bir şekilde yansıtmaktadır.  Amerika’da bölgesel olarak ölüm oranlarında farklılıklar bulunmakla birlikte toplam nüfus içerisindeki oranlarına kıyasla siyahilerde daha yüksek oranda ölüm gerçekleşmiştir. Örneğin Chicago’da nüfusun yüzde 30’u siyahi olmasına rağmen ölümlerin yüzde yetmişinden fazlası bu kesimdendir.

Ülkeler arası ve ülke içinde ise şehirler arası vaka/ölüm farklılıkları salgının yerleşim yerine göre değişiklik gösterdiğine işaret eden önemli bir sosyal belirleyicidir. Amerika/New York; Türkiye/İstanbul örnekleri düşünüldüğünde nüfus yoğunluğunun fazla ve ulusal/uluslararası etkileşimin yüksek olduğu bu bölgelerde salgının daha da etkili olduğu göze çarpmaktadır. Yine salgınla bağlantılı olarak ülkelerin ekonomik gücü, sağlık profesyoneli ve sağlık ekipmanı bakımından sağlık hizmetleri altyapısı, sağlık/sosyal güvenlik sistemi, karar alıcı konumundakilerin sürece olan yaklaşımı, vatandaşların eğitim düzeyi ve daha özelde sağlık okuryazarlığı seviyeleri, insanların sağlık/salgın konusundaki bilinci ve gösterdikleri hassasiyetleri bu bağlamda önem kazanmaktadır.

Eğitim, gelir, meslek gibi değişkenlere bağlı olarak dezavantajlı toplumsal konumlarda bulunan kişilerin sağlık göstergelerinin daha kötü olduğu ve daha yüksek oranlarda kronik hastalığa sahip oldukları bilinmektedir ve bu kesimler salgından da en fazla risk altında bulunan gruplardır.

Halihazırda sağlığın insanlar arasında eşit dağılmadığını gösteren örnekleri ve buna sebep olan değişkenleri artırmak mümkündür. Ancak genel itibariyle eğitim, gelir, meslek gibi değişkenlere bağlı olarak dezavantajlı toplumsal konumlarda bulunan kişilerin sağlık göstergelerinin daha kötü olduğu ve daha yüksek oranlarda kronik hastalığa sahip oldukları bilinmektedir. Kronik hastalığa sahip olmanın salgında ölüm riskini artırdığı bilgisinden hareketle bu kesimin salgından daha fazla olumsuz etkileneceğini kestirmek de zor değildir.

Alt toplumsal tabakalarda bulunan kişilerin eğitim düzeylerinin düşük olmasına bağlı olarak salgından korunma konusunda yeterli düzeyde bilgi sahibi olmamalarının salgının olumsuz etkisinin bu kişilerde daha fazla olmasına yol açacağı tahmin edilebilir. Diğer taraftan yine bu kesimlerin yaptığı işler ve çalıştığı meslekler daha ziyade hizmet sektöründe, kol emeğine dayalı işlerdir. Hizmet sektörünün salgından doğrudan ve şiddetli biçimde etkilenmesi; beraberinde bu sektörde çalışan kesimin ekonomik olarak olumsuz etkilenmesi sonucunu doğurmaktadır. Salgın sürecinde işsiz kalmayıp işe devam edebilen alt toplumsal tabakalardaki kişilerin yaptıkları işlerin ise genellikle evden ya da uzaktan çalışmaya imkan vermeyen işler olması sebebiyle bu kişilerin hastalığa maruz kalma riski artmaktadır. Belli bir süre çalışmamaya ve evde kalmaya imkan sağlayacak kadar gelirin bulunmaması da insanları dışarı çıkmaya ve hastalık tehdidiyle daha fazla yüzleşmeye itmektedir.

Toplumun sosyoekonomik olarak dezavantajlı kesiminin salgınla/hastalıkla karşı karşıya kalma ve sağlığını kaybetme riski daha yüksek olmakla birlikte hastalandıktan sonra sağlık hizmeti alma konusunda da bu dezavantajlılık sürmektedir. Bu bağlamda sağlık hizmetlerinden faydalanabilme durumu toplumsal açıdan farklılık göstermektedir. Her ne kadar Türkiye’de kapsayıcı bir sağlık sistemi bulunması sayesinde vatandaşlar sağlık hizmetlerine erişimde çok sorun yaşamasa da pek çok ülkede ve sağlık sisteminde sağlığa erişim pahalı ve zordur. Sağlığa erişimin zor olmasından da en çok etkilenenler yine toplumun bu kesimleridir.

Sağlıkla ilgili bahsedilen/bahsedilmeyen tüm bu boyutlar tıbbın sosyal bir bilim olduğu iddiasını günümüz bağlamında yeniden değerlendirmeye muhtaç hale getirmiştir. Bu tartışmada spekülatif ve uç bir teklif olarak sosyolojinin bir sağlık bilimi olduğu bile iddia edilebilir. Ancak son gelinen noktada sağlıktaki bütünlüğün unutulup sosyal boyutun görmezden gelinmesi halinde tıbbın çaresiz kaldığı film sahnesi bir kez daha izlenmek zorunda kalacaktır.

Paylaş: