Bütün Yönleriyle Sosyal Tabakalaşma
27 Ağustos 2019
Melike Tozlu
DeğerlendirenLütfi Sunar, Sosyal Tabakalaşma: Kavramlar, Kuramlar ve Temel Meseleler, Ankara, Nobel Yayınları, 2018, 360 s.
Günümüz toplumlarında hızla artan sosyal ve ekonomik eşitsizlikler, bir dizi toplumsal sonuç doğurmakla beraber, son dönemde yapılan akademik çalışmaların içeriğine de önemli ölçüde yön vermişlerdir. Sınıflı toplum yapısının doğal bir neticesi olan sosyal tabakalaşma, Sunar’ın kaleme aldığı bu kitapta çok sayıda alt başlık altında, çeşitli toplumsal değişkenlerle kurduğu ilişkiler göz önünde bulundurularak kapsamlı bir şekilde ele alınmıştır. Toplam 15 bölümden oluşan eser, başlangıçta tabakalaşmaya dair temel kavramlar, kuramlar ve tartışmalar üzerinde dururken, çalışmalarıyla literatüre katkıda bulunan önemli figürleri okuyucuya takdim etmiştir. Devamında konunun metodolojik tarafı olarak kabul edilebilecek Sosyo Ekonomik Statü çalışmalarına değinilmiş ve bu çalışmalar Britanya, Amerika gibi farklı örnekler üzerinden incelemeye tabi tutulmuştur. Akabinde Türkiye bağlamına ağırlık verilerek ülkemizdeki tabakalaşma yapısı, yapılan ölçümler ve yürütülmüş çalışmalardan bahsedilmiş, finalde de sosyo-ekonomik yapıda meslekler, sosyal hareketlilik ve Türkiye’de toplumsal eşitsizliklerden bahsedilerek sonlandırılmıştır.
Modern toplum yapısını anlama sürecinde ‘tabakalaşma’ meselesinin altının özellikle çizilmesi gerekir, özellikle günümüzde hızlı bir dönüşüm geçiren iktisadi politikalar ve sosyal farklılaşmaların mevcut eşitsizlikleri gitgide beslediği ve toplumdaki tabakalı yapıyı derinleştirdiği görülmektedir. Tarihsel olarak tabakalaşmanın boyutu ve referans noktaları ortaya çıktığı toplumun yapısına ve kodlarına göre değişkenlik göstermiştir; ırk ve etnik farklılık, din, mülkiyet sahipliği, üretim araçlarının kontrolü, toplumsal statü gibi unsurlar çağlar boyunca kölelik, kast sistemi, feodalite, modern sınıf sistemi gibi farklı tabakalaşma düzenlerinin ortaya çıkmasını beraberinde getirmiştir. Modern kapitalist sistemin devamı niteliğindeki günümüz dünyasında tabakalaşmanın sınıf üzerinden gerçekleştiği varsayılmaktadır. Ancak 1970 sonrası bilgi ve teknoloji çağının eski tip sanayi toplumunu dönüştürdüğü ve sınıf temelli yaklaşımlarının sonunun geldiği de iddia edilmektedir.
Kuramsal Arka Plan
Tabakalaşmaya dair kuramsal bir arka plan oluşturmada klasik sosyolojinin en önemli 3 isminin; Marx, Weber ve Durkheim’ın geliştirdikleri yaklaşımlar oldukça belirleyici olmuştur. Sosyolojik anlayışının temeline ‘altyapı’ olarak kavramsallaştırdığı ekonomik örgütlenmeyi yerleştiren ve buna bağlı olarak gelişen kurumları ‘üstyapı’ olarak ele alan Marx, modern toplumu üretim araçlarının mülkiyet ve kontrol hakkına sahip burjuva sınıfı ile bunlardan yoksun işçi sınıfını yani proletaryadan müteşekkil görmüştür. Ayrıca küçük burjuva ve lümpen proletarya gibi ara sınıflardan da bahsetmiştir, ancak ona göre bu ara kademeler kapitalizm geliştikçe eriyecek ve iki ana sınıf içinden birine yaklaşarak yok olacaklardır.
Weber ise metodolojisinde iktisadi ile sosyal düzen arasında ayrıma gider; toplumsal statü, itibar gibi kavramların altını özellikle çizerek sosyal konumun iktisadi koşullardan daha önemli olduğunu vurgular. Çünkü sosyal statü farkları bir insanın başkaları tarafından nasıl değerlendirildiğine dair bilgi içerir. Onun için iktisadi koşullar bireyin başladığı noktayı belirler fakat süreç içerisinde nasıl bir yol kat edileceği kişinin yaşam fırsatlarını değerlendirme becerisine bağlıdır.
Durkheim, sonrasında birçok sosyoloğa ilham olacak olan ‘işlevselci tabakalaşma’ modelinde, katmanlı toplum yapısını sosyal düzen için gerekli ve fonksiyonel bir durum olarak ele alır. Marx ve Weber’in çatışmacılıktan yana tutumlarına karşın Durkheim tabakalaşmayı işlevsel görür, ona göre her tabaka veya grup bir organizmanın parçası gibi gerekli bir amaca hizmet eder.
Durkheim’ın tohumlarını attığı ‘işlevselci’ bakış Amerikan sosyoloji geleneği içerisinde kendine önemli bir yer bulmuştur, özellikle Talcott Parsons ve Robert Merton çağdaş işlevselciğin kurucuları ve geliştiricileri olarak literatüre önemli katkılarda bulunmuşlardır. Bu yaklaşıma göre toplumsal tabakalaşma istenen bir olgudur ve uzun vadede toplumsal gelişmenin önünü açarak pozitif sonuçlar doğurur. Örneğin bazı meslek grupları ve toplumsal statüler ayrıcalıklı olmalıdır ki, bireyler bu mevkileri kazanmak için girecekleri zahmeti ve ödeyecekleri bedeli karşılamaya gönüllü olabilsinler. Birçok uzman tarafından toplumdaki fırsat eşitsizliklerinin ‘mesleki itibar’ ve ‘toplumsal işlev’ argümanlarıyla meşru bir zemine oturtulmaya çalışılma çabası olarak yorumlanan ve eleştirilen bu yaklaşım, dönemin Amerika’sının ideolojik ikliminden oldukça etkilenmiş ve söylemini bunun üzerinden geliştirmiştir.
Çağdaş sosyoloji içerisinde tabakalaşmaya dair çalışmalarda kendine yer bulan bir diğer ekol ise Weberyen bir analizden yola çıkmıştır. 1950 sonrasında Amerikan sosyolojisinde Weber’in tezlerinin Marx’ın tezlerine karşıt duruyor olmasından ziyade, bu iki ismin fikirlerinin birbiriyle bağlantılı ve paralel olarak incelenebileceği yorumu rağbet görmeye başlamıştır. Neo-Weberyenlere ek olarak Neo-Marksistler de devraldıkları literatürü bir adım ileri taşımaya çalışmışlar, sanayi toplumundan hizmet toplumuna hızla evrilen günümüz sisteminde iki kutuplu burjuvazi-proleterya sınıf analizini geliştirmeye teşebbüs etmişlerdir.
Sosyo-Ekonomik Statü ve SES Çalışmalarının Gelişimi
Sunar’a (2018: 124) göre “Sosyo-Ekonomik Statü (SES) bir bireyin, hanenin veya grubun sosyal sistem içindeki hiyerarşik pozisyonunu ifade eden bir kavramdır. SES tek bir değişkenle (mesleki itibar veya üretim amaçlarının mülkiyeti gibi) açıklanabildiği gibi meslek, eğitim, gelir, refah ve yaşanılan yer gibi çeşitli değişkenlerin birleşiminden hareketle de hesaplanabilmektedir.”. SES çalışmaları Amerikan sosyoloji geleneğinde erken bir tarihten itibaren yer bulmaya başlamıştır. İlk olarak Lloyd Warner’ın öncü çalışmalarından bahsedilebilir. Warner akabinde yapılacak araştırmalara yön vermiş olan SES Endeksi’ni geliştirmiştir. Sonrasında yapısal-işlevselci bakışın en önemli isimlerinden Talcott Parsons gelmiştir; Parsons, Warner ve Durkheim’ın izinden giderek mesleki itibar ve toplumsal statü odaklı sosyal tabakalaşma çalışmalarını sürdürmüştür. Amerikan sosyolojisinde 1940 ve 50li yıllarda hâkim olan yapısal-işlevselci görüş 60lı yıllarda yerini daha eleştirel ve çok yönlü analizlere bırakmaya başlamıştır. Sadece mesleki itibar değişkeni üzerinden oluşturulan SES çalışmalarının yerini eğitim, gelir ve mülkiyet gibi farklı değişkenlerin de dahil edildiği çalışmalar almaya başlamıştır. Bu noktada bahsedilmesi gereken en önemli isim metodolojisiyle bir dönüm noktası oluşturmuş Otis Dudley Duncan’dır. Günümüzde ABD’de NORC skalasının Duncan’ın geleneğini devam ettirme yolunda ilerlediği söylenebilir. Amerika ve Britanya’da ortaya çıkıp gelişen SES endeksleri, daha sonra tüm dünyada toplumsal yapı araştırmalarında kullanılır hale gelmiştir. Bu bağlamda neo-Weberci yaklaşımı benimseyen Goldthorpe’un şemalaştırmaları ile Neo-Marksist sınıf analizini temel alan ve kapitalistler, yöneticiler, işçiler ve küçük burjuvalar olmak üzere dört kategoriden oluşan bir sınıf modeli geliştiren Erik Olin Wright’ın literatüre katkıları önemlidir.
Türkiye’de Toplumsal Tabakalaşmanın Yapısı, Sınıf ve Tabakalaşma Çalışmaları
Türkiye’de toplumsal yapının ve sınıfların şekillenmesinde devletin rolünün belirleyici olduğu kanaati ekseriyetle kabul görmektedir. Devletin müdaheleci kimliği belli grupların ortaya çıkmasında veya çıkamamasında etkili olmuştur, böylece sosyal tabakalaşma da dolaylı olarak devlet eliyle şekillenmiş denilebilmektedir. Tabakalaşmanın belirtilerinin en bariz şekilde hissedildiği alanlar olarak kentsel alan, toplumsal cinsiyet rolleri, sağlık ve eğitimden bahsedilebilir. 1980 sonrasında dünya genelinde hızla yaygınlık kazanan ve Türkiye’de de benimsenen neoliberal politikaların sonucu olarak devletin piyasadaki rolü gittikçe silikleşmiş, buna bağlı olarak da Türkiye’de iki ana sınıf olan orta sınıf ve işçi sınıfı kısmen daha parçalı bir hal almıştır. Bu parçalanma neticesinde orta sınıf ve proleterya arasında prekarya, orta sınıf ve burjuvazi arasında yeni orta sınıf, işçi sınıfının altında sınıf altı ortaya çıkmıştır. Kaygan bir zeminde orta sınıf gitgide güvencesizleşirken sınıflar arası proleterleşme eğilimi de artmıştır.
Sosyal Hareketlilik ve Toplumsal Eşitsizlikler
Kabaca birey veya grupların toplumsal konumlarındaki yer değişikliklerine karşılık gelen sosyal hareketlilik, yönüne göre yatay veya dikey; gerçekleştiği zamana göre ise kuşak içi ve kuşaklar arası olmak üzere toplamda dört farklı kategoriye ayrılır. Sosyal hareketliliğin daha serbest ve yaygın bir şekilde gerçekleşebildiği toplumlar açık-tabakalaşma tipi, tam tersine nadir ve kısıtlı olduğu toplumlar ise kapalı-tabakalaşma tipi olarak adlandırılmaktadır. Sosyal hareketlilik toplumsal tabakalaşmanın oluşumunda önemli bir belirleyen olduğu için araştırılması ayrı bir önem arz eder. Bu bağlamda Pitrim Sorokin’in Social Mobility isimli çalışması alanında ilk olmakla beraber kapsamı bakımından da oldukça tatmin edicidir. Bununla beraber, Marx ve Weber’in sosyolojideki klasikleşmiş kuramları, sosyal haraketlilik literatürü için de başlıca referans noktalarını oluşturmuştur. Günümüze doğru yaklaşıldığında ise, 1970lere kadar, toplumsal tabakalaşmaya yapıcı bir karakteristik atfeden işlevselci teori ve ona getirilen eleştiriler kendine yer bulmuştur. İşlevselcilerin benimsediği bu argümana karşı duran çatışmacılar, farklı gruplar arasında güç asimetrisi doğuran sosyal eşitsizliği toplumun temel dinamiklerine zarar verecek tehlikeli bir durum olarak ele alırlar. Marx’ın düşüncelerine paralel olarak, çatışmacılar da sınıflı toplumlarda tarafların kendi konumlarını devam ettirme meyilinden dolayı artan sanayileşmenin ancak yatay hareketliliğe olanak tanıyabileceğini görüşünü benimserler. Buna karşın toplumların sanayileşme sonrası daha açık ve hareketli bir yapıya sahip olmaya başladığını belirterek dikey hareketliliğin hız kazandığını öne süren liberal görüş de mevcuttur.
Sosyo-ekonomik statü ölçümlerine benzer şekilde sosyal hareketlilik ölçümlerinde de çoğunlukla araç olarak meslek faktörü kullanılmaktadır. Meslek değişkeninin eğitim, gelir gibi birçok etkeni kapsıyor olması ölçüm yapmadaki işlevselliğini arttırmaktadır. Türkiye’de sosyal hareketliliğe imkan veren üç önemli unsur olarak göç, eğitim ve ekonomik gelişmeler sayılabilmektedir.
Küreselleşme sonucunda gelişen haberleşme ve ulaşım ağlarıyla iç içe geçmiş bir yapıya bürünen dünya düzeni, sermayenin dolaşımını ulus devletin ötesine taşıyarak yeni bir ekonomik paradigmayı da beraberinde getirmiştir. 1980 sonrası devletin ekonomideki rolünün yeniden belirlenmesi ve refah devleti gibi uygulamalardan uzaklaşılması eşitsizliğin artmasına elverişli bir zemin yaratmıştır. Türkiye’de 1980 sonrası neoliberal dönemde yabancı sermayenin ve özel teşebbüslerin öncelenmesi ile eşitleyici politikaların azaltılarak toplumsal refahın ikinci plana atılması, toplumsal tabakalaşmanın kendisini daha derinden hissettirmeye başlamasına yol açmıştır.
Sonuç
Kitap, sosyal tabakalaşmaya dair temel kavramları oldukça açıklayıcı bir dille aktarması itibariyle konuya vakıf olmayan bir okuyucu için bile öğrenme sürecini epey kolaylaştırıyor. Literatürde öne çıkan kuramsal tartışmaların hemen hemen hepsine gerektiği kadar değinerek meselenin ana hatlarına dair genel bir çerçeve edinmenizi sağlıyor. Esas meseleyle bağlantılı birçok konsept ve tartışmanın ayrı ayrı bölümlerde detaylı bir şekilde işlenmesi, bölüm sonlarında verilen ileri okumalarla beraber eserin zenginliğini arttırıyor. Kitabın SES çalışmaları, sosyal hareketlilik, toplumsal eşitsizlikler gibi birçok yönlendirici alt başlığı içermesi bu alanlarda çalışmak isteyen araştırmacılar için istifade edebilecekleri zengin bir kaynak olma niteliği taşıdığını gösteriyor. Ayrıca kitapta sosyal hareketliliği anlamada anahtar bir metodoloji ortaya koyan Sosyo-Ekonomik Statü ölçeklerinin grafik ve istatistiki verilerle desteklenerek açıklanması, sosyal bilimlerdeki yöntemsel arayışlar için yol gösterici bir özellik arz ediyor. Son olarak, tabakalaşma konusunun Türkçe literatürde oldukça sınırlı bir alan kapladığı düşünüldüğünde, Doç. Dr. Lütfi Sunar’ın geniş kapsamlı çalışmasının kritik bir boşluğu doldurmak üzere kaleme alınmasının önem teşkil ettiği görülüyor.