Evlerin Gölgesi de Salgından Korur mu?

Evlerin Gölgesi de Salgından Korur mu?

Evlerin Gölgesi de Salgından Korur mu?

22 Nisan 2020

Salgın dünyayı hızla ancak son derece eşitsiz bir biçimde sarmıyor mu sizce de?  Tehdit karşısında herkesin biyolojik anlamda eşit olduğu iddia edilebilirse de gerek salgından korunma uygulamaları gerekse teşhis ve tedavi süreçlerinde eşitsizliklerle örülü bir gerçekliği deneyimliyoruz. Sağlık risklerine açıklık başta olmak üzere birçok problemin toplumdaki sosyoekonomik eşitsizlikler üzerinden anlaşılma çabası sosyal bilimlerde alışılmış  yönelimlerden biridir. Neredeyse sayısız sağlamanın yapıldığı ve artık olgusal bir gerçeklik kazanmış olan bu durum, özellikle salgın gibi büyük kriz durumlarında toplumun alt tabakalarındaki kesimler için çok daha yıkıcı sonuçlar üretir. Bugün dünya işgücünün dörtte üçünü oluşturan yaklaşık üç milyar işçinin salgından etkilendiği  dikkate alındığında, krizin orta ve uzun vadeli etkilerini sınıfsal bir ayrım üzerinden tespit etmek mümkün olabilir.

Salgının kontrol altına alınabilmesi adına neredeyse tüm dünya eve kapandı ve insanlar görece kendilerine döndü. Kuşkusuz, bu durum, insanlar arası tüm iletişim kanallarının azami düzeyde dijitalleşmesini de beraberinde getiriyor. Bu yönüyle bilgi üretim ve paylaşım alanı olarak merkezileşen sosyal medyanın, çoğunlukla salgın öncesi döneme dair muhasebelerle, hayatın olağan akışı içindeki “rutinlerin aslında ne kadar değerli olduğu”na yönelik farkındalık paylaşımlarının adeta boca edildiği bir alana dönüştüğüne de tanık oluyoruz. Yaşadığımız kriz şüphesiz birçok açıdan hayatı anlama ve yaşama tarzımızı sorgulamaya, yeniden kurgulamaya ve önümüzdeki süreçte belki de birçok rutinimizin farklılaşmasına sebep olacak bir etki gücüne sahip. Ancak şartlar ne olursa olsun mevcudun hep en kötüsüne rıza göstermekten başka çaresi bulunmayan mülteciler, göçmenler vardı, hatırlıyor muyuz?

Dünyada ve Türkiye’de salgın, hayatı tüm gerçekliğiyle ele geçirerek göçmenlerle ilgili tartışmaları gölgede bıraktı. Ancak bu durum yalnızca bir ötelemeyi veya görmezden gelmeyi ifade ediyor. Göç ve göçmen sorunları salgın sonrası dönemde çok daha karmaşık bir halde gündemimizdeki yerini yeniden alacak. Daha birkaç hafta öncesinde Türkiye ve AB arasında sığınmacı hareketliliğinden neşet eden büyük bir siyasal kriz tetiklenmiş, Yunanistan göçmenlerin önemli bir kısmını Türkiye’ye geri iterek Avrupa’nın tedirginliğini gideren bir kolluk görevi üstlenmişti. Özelde Yunanistan ve Türkiye arasında yaşanan ve gerilimi giderek artan kriz, küresel dünyanın gündemini hızla ele geçiren virüs salgınıyla şimdilik geride kalmış durumda. Esasen birçok ülke salgını doğru yönetebilme bağlamında göç politikalarını aktif bir şekilde kullanarak sınır geçişlerini tamamen durdurdu; mülteciler hukukunda önemli bir yer teşkil eden yer değiştirme, iade ve yerleştirme (resettlement) gibi hükümleri askıya aldı. Fakat salgın sonrası dönemde başta Avrupa olmak üzere göçmen rotaları üzerindeki sınır yönetimleriyle ilgili tartışmaların yeniden alevleneceğini öngörmek mümkün. Zira sınır geçişlerinin tamamen durdurulması, mültecilerin bulundukları ülkelerde kalış sürelerini uzatmayı zorunlu hale getirmekle birlikte, ülke ekonomileri üzerindeki yükü de görece sabitlemek anlamına geliyor. Bu da göçmen hareketliliğinin uluslararası siyaset bağlamında yeni tartışmaları beraberinde getireceğini işaret ediyor.   

İzolasyon Mülteciler İçin Bir Seçenek Değildir! 

Anavatanlarından ayrılarak başka ülkelerde yaşamak zorunda kalan 272 milyon göçmen , salgın tehlikesinden etkilenme riski taşıyan grupların başında geliyor. Ülke içinde yahut sınır ötesinde yerlerinden edilmiş milyonlarca insan bugün salgından önemli ölçüde etkilenen ülkelerde bulunuyor. Özellikle mülteci kamplarında, daraltılmış sınırlar içinde yaşayan kimseler için fiziki imkânların yetersizliği söz konusu riski artırıyor. Birkaç gün öncesinde hem Yunan adalarında hem de ABD-Meksika sınırında yer alan bir mülteci kampında ortaya çıkan salgın paniği bu durumu kanıtlıyor. Salgından korunmak için hayati öneme sahip olduğu ifade edilen “evde kal/mesafeyi koru” çağrıları artık kendilerine ait bir evi/yuvası olmayan ve zorunlu olarak çok sayıda kişiyle yaşayan mülteciler için herhangi bir anlam ifade etmiyor. Mülteci kampları, çoğunlukla temiz su ve hijyen yetersizliği yaşanan, kişi başına düşen fiziki alanın en az olduğu ya da başka bir ifadeyle, kişiler arası mesafenin korunabilmesine imkân tanımayan nüfus yoğunluğunun en fazla olduğu yerler.

Toplumdaki ekonomik alt sınıfların çoğunlukla tabanında yer alan kamp dışındaki mültecilerse böylesi dönemlerde alınan tedbir kararlarıyla çok daha sıkıntılı süreçler yaşıyor. Zira çoğu yalnızca kira bedelini karşılayabilmek adına birkaç ailenin bir arada kaldığı sağlıksız koşullardaki mekanlarda yaşamak zorunda. Dolayısıyla kamp dışındaki mültecilerin çoğu salgından korunmak için ne ihtiyati tedbirleri uygulama imkanına, ne de salgına yakalanma durumunda tıbbi bakım alabilecek mali kaynağa sahip. Her ne kadar Türkiye gibi bazı ülkelerde salgınla ilgili hizmetler ücretsiz sağlanıyorsa da birçok ülkede teşhis ve tedavi süreçleri için ciddi miktarlar talep ediliyor. 

Diğer taraftan, kendilerini korunmasız hisseden göçmenlerin krizden etkilenmeleri yalnızca virüse maruz kalarak gelişecek muhtemel sağlık problemleriyle başa çıkma zorluğunu değil, aynı zamanda salgının oluşturduğu yeni sosyoekonomik işleyişte hayatı idame ettirebilmenin çok yönlü zorluklarını da içeriyor. Mesela, bulundukları ülkelerde çoğu emek yoğun sektörlerde kayıt dışı olarak zorlukla iş bulabilen göçmenler için krizle gelişen yeni durumda para kazanmak neredeyse imkânsız hale geliyor. Salgın nedeniyle ülke ekonomilerinde beliren resesyon, çoğu güvencesiz işlerde çalışan göçmenin işsiz kalmasına, bu da kuşkusuz hane halkı üzerinde doğrudan olumsuz etkiye dönüşüyor. Eğitim amacıyla farklı ülkelerde bulunan çok sayıda uluslararası öğrenci dahi ihtiyaçlarını karşılayabilmek için yaptıkları part-time işlerini kaybettiği için önemli finansal zorluklar yaşamaya başlıyor. Öte yandan, salgından korunmak için uygulanan mesafe tedbirleri ise, çoğunlukla gettolarda hayatını sürdüren göçmenler için kendileriyle yerel halk arasında zaten var olan sosyal mesafeyi derinleştirici bir etkide bulunarak zorunlu ihtiyaçların bile tedarikinin güçleşmesine sebep oluyor.

Salgın Göçmenlere Fatura Edilebilir mi?

Göçmenleri, salgının dünyaya yayılmasından doğrudan sorumlu tutabilmek adına uygun aparatlar olmaması dolayısıyla şimdilik şanslı sayılabilirsek de salgın sonrası dönemde bu ilişki üzerinden birtakım gerilimlerin oluşması muhtemel görünüyor. Göçmenlerin, ülke ekonomilerinin düşüşe geçtiği kriz dönemlerinde pek çok problemin yegane sorumlusu yahut günah keçisi olarak mimlenmesi ve bu sebeple dışlayıcı tutumlara maruz kalmaları aşina olunan bir durumdur. Küresel ölçekte yaşadığımız bu salgın süreci sonrasında, özellikle batılı ülkelerde uzunca bir süredir yükselişte olan yabancı düşmanlığına ilave olarak Covid-19 gibi bulaşıcılığı yüksek virüslerin de toplumların göçmenlere yönelik kaygılarını artıracağını ve uluslararası göç hareketlerine yaklaşımlarını derinden etkileyeceğini ifade edebiliriz. 

Şimdiden çeşitli medya üretimlerinde sahte haber ve yanlış bilgilendirmeyle konunun siyasallaşması sağlanarak ayrımcılığa dayalı güvensiz bir ortam oluşturacak söylemler geliştiriliyor. Kimi ülkelerde popülist bir söylemle doğrudan küreselleşme sürecini yahut göçmenleri salgının taşıyıcıları olarak mahkûm etme kolaycılığını benimseyen sesler de yükselmeye başlıyor. ABD Başkanı Trump’ın bir süredir salgına sebep olan virüsü “Çin Virüsü” olarak medyaya servis etmesine benzer şekilde İtalya İçişleri Eski Bakanı Salvini ya da Macaristan Başbakanı Orban’ın benzer ifadelerle ülkelerindeki azınlıklara ve göçmenlere karşı geliştirilecek politikalara uygun bir zemin hazırladığı görülüyor. Salgın süresinin uzamasına bağlı olarak ülke ekonomilerinin bu süreçten olumsuz etkilenecekleri, dolayısıyla politikacıların bu söylemlerle ülkelerindeki iç siyasette kendilerine avantaj sağlayacak bir politika dili geliştirme kaygısı taşıdıkları söylenebilir. Ancak, her halükarda, başta siyasiler olmak üzere konunun medyada işlenmesinde öne çıkan aktörlerin salgına ilişkin bu gibi söylemlere yer vermeleri, salgın sonrası dönemde yabancılara karşı şüphe duygusunun yaygınlaşması ve derinleşmesine hizmet edecektir. Başka bir deyişle, salgının doğurduğu toplumsal korkuyu sömürerek varlık bulan siyasi söylemler, özellikle salgın sonrası dönemde göçmen karşıtı politikaların uygulanması için uygun siyasalar oluşturacaktır. 

Göçmenin Görünmeyen Emeği

Dünya geneline yayılan milyonlarca uluslararası göçmen, bulundukları ülkelerin farklı sektörlerindeki istihdam açığını doldurarak ihtiyaç duyulan mal ve hizmet üretiminin karşılanmasına önemli katkıda bulunuyor. Ancak bu katkı ne yazık ki sıklıkla göz ardı ediliyor. Göçmen işgücünün özellikle emek yoğun sektörlerde gerçekleştirdiği üretimin önemli bir kısmının kayıt dışı sürdürülmesi bu durumu kaçınılmaz kılıyor. Diğer bir deyişle, birçok ülke göçmen işgücüne ekonomik olarak bağımlı olduğu halde sektörel bazda işin kayıt dışı gerçekleşmesi göçmenin emeğini görünmez kılıyor. 

Salgınla başlayan ve giderek dünyayı saran ekonomik krizin seyrine bağlı olarak göçmenlerin ülke ekonomilerine etkilerini önümüzdeki günlerde daha açık görebileceğiz. Yalnızca Kamboçya’dan, Burkina Faso’dan ve Nikaragua’dan gelen göçmenlerle ekonomilerini ayakta tutan Tayland, Fildişi Sahili ve Kosta Rika gibi kısıtlı işgücüne sahip ülkeler değil, yüksek kalkınma düzeylerine sahip fakat tarım sektörleri büyük ölçüde mevsimlik işçi emeğine bağlı OECD ülkelerinde oluşacak işgücü kıtlığının gıda arzında ne gibi sorunlara yol açacağı bu çerçevede cevaplanması gereken sorulardan bazıları. Mesela, Avrupa Birliği içinde güçlü ekonomisi ve siyasi gücüyle öne çıkan Almanya’daki tarım sektörü uzun yıllardır Bulgaristan, Polonya ve Romanya’dan gelen tarım işçileriyle sürdürülebiliyor. Bu gerçekten hareketle, salgın tehdidinin ve sınır kapama durumlarının uzaması halinde, Almanya’nın tarımda önemli kayıplar yaşayacağı öngörülerek bizzat bakanlıkça sığınmacılara geçici çalışma izni verilebileceği duyuruldu.

Göçmenler bulundukları ülkelerin ekonomilerine yalnızca beden gücüne dayalı niteliksiz işlerle değil toplumsal uyumun başarısına bağlı olarak sermaye yoğun sektörlerde kalifiye eleman olarak da katkıda bulunurlar. ABD’deki Çinli veya İngiltere’deki Hintli göçmenlerin bu ülkelerin dijital teknolojilerinin geliştirilerek dünyaya pazarlanmasında son derece aktif bir rol üstlendiği bilinmektedir. Benzer şekilde başta Almanya olmak üzere batı Avrupa’ya dağılmış olan Türk göçmenler yaşadıkları ülkelerde hemen her alanda çok çeşitli iş kollarında önemli katkılar sağlamaktadır. Salgının kendisini en hararetli şekilde hissettirdiği günlerde kuşkusuz bu iş kolları arasında sağlık sektörü öne çıkıyor. Bu anlamda salgından en fazla tahribata uğrayan ülkelerden İtalya ve İspanya gibi Avrupa ülkelerinin çoğunda Çin, Rusya ve Küba gibi ülkelerden gelen göçmenlerin önemli bir boşluğu doldurduğu görülüyor. 

Ötekini Anlamanın Eşiğinde

Dünyanın farklı coğrafyalarında yaşanan zorla yerinden edilmeler, sınır kapamalar, tecrit, kuşatma ve ambargo uygulamaları neticesinde gelişen sayısız insani dram, bugüne kadar çoğumuz için neredeyse sıradanlaşmış medyatik bir tüketim metaıydı. Bugün tüm dünya, zorla yerinden edilmiş insanların aşina olduğu belirsizlik, kaygı, panik, kapatılmışlık, kontrol kaybı ve hareket kısıtlılığı gibi sıkıntılarla dolu bir ruh haliyle tüm sosyal ilişkilerinden soyutlanmış, izole edilmiş derin bir yalnızlık yaşıyor. Bu çerçevede, küre ölçeğinde yaşadığımız krizde, mültecilerin duygu ve deneyim dünyalarına yakınlaşabilme durumumuz, onlarla empati kurabilmek ve muhtemel dayanışma ağlarını geliştirebilmek için bir fırsat olarak görülmeli. Bunu somutlaştırabilmenin bir yolu olarak, örneğin hükümetler başta sağlık sektöründe olmak üzere göçmenlerin profesyonel deneyimlerinden yararlanabilmek adına mesleki denklik uygulamalarını -diğer sektörleri de dikkate alarak- geliştirebilir, uluslararası işbirliğini güçlendirmek için inisiyatif alabilir. 

İstisnai örnekler dışında şimdiye kadar bunun gerçekleştirilebildiğini söylemek ne yazık ki mümkün değil. Zira salgınla mücadelede hemen her ülke kendi vatandaşlarını korumak üzere canhıraş bir çaba içine girmişken salgından korunma imkanı neredeyse bulunmayan ve fiziki koşullar nedeniyle bulaş riskine son derece açık olan göçmenlerse fazlasıyla ihmal edildi. Oysa tam da bu açıklık ve risklerden hareketle, içinde göçmenlerin de yer aldığı kuşatıcı halk sağlığı stratejileri ve planlamalarının geliştirilmesi zorunluluk arz ediyor. Türkiye, 2013’ten bu yana sığınmacıların sağlık hizmetlerinden gereğince yararlanabilmeleri adına çeşitli düzenlemeler gerçekleştiriyor. Koruyucu hizmetlerden, tıbbi bakım ve ilaç hizmetine kadar çeşitli alanları kapsayan bu düzenlemelerin sonuncusu geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanlığınca alınan bir kararla yürürlüğe konuldu . Buna göre, sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın herkesin salgınla mücadele kapsamında koruyucu ekipman, teşhis ve tedavi hizmetinden ücretsiz olarak yararlanması sağlanıyor. Bu gibi uygulamalar yalnızca salgına karşı geliştirilen ulusal müdahale programları için değil, küresel düzeyde tüm insanlığın yararına izlenmesi gereken genel sağlık politikasının da bir parçası olmalıdır. Nitekim göçmenlere yönelik toplumsal uyum ya da entegrasyon çalışmalarının başarısı da her şeyden önce sağlık gibi temel insani ihtiyaçların giderilmesine yönelik imkanlara sorunsuz erişim sağlanabilmesini gerektirir. Şüphesiz bu da gerek salgın hastalıkların ortaya çıkmasını gerekse hastalık salgınlarının yayılımını en aza indirir.

Yüzyıllardır süregelen olgusal bir gerçeklik olarak göçler kuşkusuz salgın sonrası süreçte de devam edecek. Ancak özellikle uluslararası göç hareketlerini bundan sonraki dönemde virüs salgını tehditleri, yabancı düşmanlığı ve sınır güvenliği konularıyla birlikte daha fazla siyasallaşmış bir mesele olarak ele alacağımız söylenebilir. Salgının çok yönlü etkilerini ama özellikle finansal istikrardan uzaklaşma ve emtia fiyatlarına yansıyan dalgalanmaların orta ve uzun vadede genel olarak düşük gelirlileri, özeldeyse prekaryanın göçmenlerden oluşan kesimini nasıl etkileyeceğini ise önümüzdeki dönemde göreceğiz.

Kaynakça

https://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/@dgreports/@dcomm/documents/briefingnote/wcms_740877.pdf

https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2020/04/20200414-16.pdf

Paylaş: