Eşitliği Konumlandırmak
25 Ağustos 2019
Melike Toprak
YazarHarold James, Locating Equality, Project Syndicate, Aug 5, 2019
"Ekonomik ve sosyal eşitsizlik asırlardır gayrimenkul üzerinden sürüyor. Eşitsizliği mekânın mülkleştirilmesi üzerinden düşünmek lazım."
Uzun zamandır sanayileşmiş ülkelerde servet ve gelir eşitsizliği konusu, teknoloji ve küreselleşme hakkında genişleyen bir tartışma yaratarak yükselmeye devam ediyor. Princeton Üniversitesi’nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler bölümü profesörü olan Harold James, Project Syndicate için kaleme aldığı analiz yazısında, konuyla bağlantılı olarak mekânda eşitsizlik problemini ele alıyor. Küreselleşme ve ekonomi tarihçiliği alanında çalışmalarıyla bilinen James, bu konunun merkezindeki esas şeyin ise asırlardır ekonomik ve sosyal eşitsizliği sürdüren gayrimenkul olduğunu belirtiyor.
James’e göre eşitsizlik, içinde olduğumuz dönemde önde gelen politik ve ekonomik sorundur. Ancak eşitsizlikle ilgili tartışmalar uzun süredir konunun belgisizlik derecesinden mustarip olmuştur. Örneğin eşitsizliğin standart ölçüm tekniklerinden gini katsayısı, bir ülkenin bütün gelir dağılımını 1 ve 0 arasında sadeleştirir. Benzer bir şekilde, dünyanın birçok ülkesinde eşitsizlik yükselirken, bu eğilimle toplumsal memnuniyetsizlik ya da huzursuzluk arasında basit bir korelasyon yoktur. Fransa ABD’den çok daha az eşitsizdir fakat ülkenin toplumsal kutuplaşma seviyesi ABD ile birbirine yakın ya da daha fazladır.
Röportajda James, günümüzün eşitsizlik tartışmalarının Thomas Piketty’nin 2013 yılında yayınlanan “Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital” adlı kitabıyla başladığını belirtmiş, kitabın “sermayenin getiri oranının, büyüme oranının aşılmasına bağlı olduğu” kuramına dayandığını ifade etmiştir. Ona göre, gayrimenkul fiyatlarının artması yükselen eşitsizliğin ana yürütücüsüdür, bu sebeple haberin genelinde eşitsizlik gayrimenkul fiyatları üzerinden okunmuştur. Nihayetinde, gayrimenkul aynı yapıdan oluşan bir ürün değildir, bilakis onun değeri “mekâna” bağlıdır. Zira birçok mükemmel saraylar ve şatolar vardır ki şu an onlar büyük şehirlerdeki küçük bir apartman dairesinden daha ucuzlardır.
Fiziki alanların prestijli bir mülke dönüşüp en elle tutulur hale geldiği yerlerde servet bu tartışmayı daha da kızıştırmaktadır. James’e göre, örneğin köşedeki bir ofis kesinlikle en arzu edilenidir, zira diğerleri onun yerine sahip değildir. Ya da büyük şehirler küresel elitleri kendine çektikçe, ofis çalışanları, öğretmenler, polisler ve hemşireler için şehirler gittikçe daha pahalı olurlar. Bu gruplar büyük şehirlerdeki sözü edilen sürece uzun süre katlanıp, banliyödeki evlerinden şehirlerdeki iş yerlerine her gün yorucu bir şekilde gitmek zorunda kalırken, elitler global şehirleri bir mekândan diğerine geçmek için uygun buldukları bir yer olarak kullanırlar. Bu yüzden de Paris ve Londra’nın büyük bir bölümü geceleri ürkütücü bir şekilde kepenklidir. Manhattan’da şu an yaklaşık çeyrek milyon boş daireye sahiptir. Merkezi iş alanları diye adlandırılan ve rant değeri konutlar için çok yüksek olan bu alanları daha yakından görmek için Eminönü semti de örnek verilebilir. Geçmişte yereldekilerin konut imkânı elde edebildiği bir yerleşim yeri olan Eminönü, uluslararası turizmin baskın gelmesiyle, iş yerleri ve beş yıldızlı otellerin var olabildiği bir mekâna dönüşmüş, 2008 yılında da yerleşik nüfusun 55 bine düşmesiyle Fatih ilçesine dahil edilmiştir.
Şiddet ve ihtilalin her zaman eşitsiz toplumları kullandığını ifade eden James, aslında bu hareketin temelinde gayrimenkul hoşnutsuzluğunun yattığını belirtir. Bu konuda Fransız sosyal tarihçi Marc Ferro’ya atıf yapıp, pek çok Rus şehirlisinin 1917’de Bolşevikleri ideolojik isteklerinden ötürü desteklemediği, eski rejim ve yeni anayasal partilerin gıda ve konut ihtiyacını karşılamada yetersiz kalmalarından ötürü Bolşeviklere sığındığını aktarmıştır. Nitekim, birinci dünya savaşı boyunca Petersburg, askere çağrılan köylü insanların gücüne dayanan muhteşem bir silah sanayisine ve gittikçe genişleyen fabrikalara sahipti. Fakat üretim planlayıcıları isçilerin nerede konaklayacakları sorusunu görmezden gelmiş, 1917’de ise işçi toplulukları bu soruya cevap vermişti: burjuva ve aristokratların apartmanlarına el koyulacaktı.
Metinde aynı konunun savaş zamanında hızlı ve planlanmamış sanayiyle büyüyen Münih, Budapeşte, Torino şehirlerini de tükettiği, günümüzde bu şehirlerin karşılığını Amerika’da Silikon vadisinde, Avrupa ve Asya’da ise yüksek teknoloji taklitçiliği üzerine kurulan şehirlerde görebileceğimiz ifade edilmiştir. Bu şehirler gelişim sürecinde gerçekten de birçok iş kolu üretmiş, ancak burada yaşayan insanların sürece uyum sağlamasında bütünüyle başarısız olmuşlardır. Sonuç olarak orta sınıftaki profesyoneller bile karavanlarda, minibüslerde ve arabalarda yaşamak zorunda kalmıştır.
James’e göre siyasetçilerin konut problemine cevabı yararsız hatta bazen amaca zarar veren şekilde gerçekleşmektedir. Bazı büyük Avrupa şehirleri kira kontrol sistemine geçmeyi tercih etmiş, ancak takip sistemi çoğu zaman zayıf kalmıştır. Benzer uygulamalar 20. yüzyılda New York’ta yapıldığında serbest piyasayı kurutmuş, konutların karaborsada kâr payına göre işlem görmesine ya da istiflenmesine sebep olmuştur. İngiltere de ise ev alıcılarına ilk kez mali yardım sunulduğunda, ev fiyatları bu nedenle yükselmiş, herhangi bir potansiyel fayda da bu şekilde etkisiz hale getirilmiştir. Bu başarısız uygulamalara karşın James, ABD’nin son zamanlar eyalet ve yerel vergi indirimi için getirdiği ve 10.000 dolarlık sınırla uyguladığı vergi ayrıcalıklarının kaldırılması uygulamasını ise daha iyi bir yaklaşım olarak değerlendiriyor. Ancak bu çözümün de temel arz problemini çözemeyeceğini, bunun da radikal, hatta Bolşeviklerin stiline yakın önerilerin yeniden görünmesini sağladığını ekliyor. Örneğin Berlin’deki popüler girişimlerden biri, 3.000’den fazla dairesi olan mülk sahiplerinin evlerinin kamulaştırılmasını içeriyor.
James’in kendi çözüm teklifi ise arz problemine karşı elbette ki daha fazla ev inşa etmekten geçmektedir. Ancak bu durumda da yeni inşaatlar çevre koruması ve şehrin mimari mirasıyla çatışabileceği ve kendi mülkünün fiyatının düşmesini istemeyen mevcut mülk sahiplerinin sürece engel olabileceği öngörülüyor. Diğer bir çözüm önerisi ise alternatif kentsel çekim noktalarıdır. Örneğin İspanyol şehri Bilbao'ya Frank Gehry tarafından tasarlanmış Guggenheim Müzesi eklenmesiyle yeni inşaatların dönüştürülmesi gibi alternatif kentsel mıknatıslar yaratabilir. Ancak bunun da çoğu düşüşte olan sanayileşmiş şehirler tarafından çoktan denendiği ve başarısız olunduğu aktarılıyor. Üstelik bu başarısız olanların şimdi mevcut sanatsal yapıyı korumak gibi de bir sıkıntılarının olduğu hatırlatılıyor.
Yazının sonuna doğru yazar daha önce meydana gelmiş ihtilal ve ayaklanma olaylarından hareketle, nihayetinde yeni servet yaratımı kümeleri olan şehirler ve kentsel arazilerin, bir karşı hareketi ayaklandıracaklarını öngörmektedir. Ek olarak, eğer söz konusu şehirler daha az kazanan insanları ihmal ederse, ilk etapta onları çekici kılan açıklık ilkesini feda etmek zorunda kalacakları vurgulanmıştır. Bu yüzden, eğer global şehirler günümüz eşitlikçi siyasi söyleminde ayakta kalmak ve büyümesini sürdürmek istiyorsa, yeni çözümler icat etmek zorunda olduğu hatırlatılmıştır. “Daha fazla konut” çözümüne alternatif olarak Türkiye’de daha önce kooperatiflerin ve TOKİ’nin uygulamaya çalıştığı gibi düşük kiralı ev inşası fikri ortaya atılmıştır. Buna örnek olarak, kent tabanlı dinamizmin bir önceki devresinde, erken 16. yüzyılda, zengin tüccar ailelerin fakirlere tahsis ettikleri düşük kiralı evler ve bugün hala düşük kiralı sosyal konutlar sağlayan Almanya’nın Augsburg şehrindeki Fuggerei kompleksi gösterilmiştir.
Yazının sonunda yazar, “eğer global şehirlerde böylesi bir konut anlayışı sağlanamıyorsa, kurayla dağıtılan kamusal alanlar global şehirlerin haddini aşan homojenliğinin durdurmaya yardım edebilir mi?” sorusunu sorup, bu girişimin kesinlikle denemeye değer olduğunu ifade etmiştir. Böylelikle, küresel şehirlerdeki konut imkânı eşitsizliğine karşı, karar vericilerin fiyatları düşürme ve sınırlandırma çabaları, yanlış sonuçlar doğuran uygulamalar olarak tanımlanmış, bazı konutların kamulaştırılması ya da özel girişimlerle düşük kiralı sosyal konutların yapılması, yazar tarafından daha makul bulunmuştur.
Yazının tamamına ulaşmak için: https://www.project-syndicate.org/commentary/inequality-global-city-real-estate-by-harold-james-2019-08