İngiltere Eğitim Sistemine Dair Çözülemeyenler
31 Ağustos 2019
Melike Tozlu
Yazar"İngiltere Eğitim Politikası Enstitüsü’nün yıllık raporuna göre, devamlı olarak dezavantaja sahip öğrenciler GCSE eğitimlerini bitirdiklerinde yaşıtlarının neredeyse 2 yıl (22 buçuk ay) gerisinde oluyorlar."
Türkiye’de uzun yıllardır bulunulan sayısız girişimle sağlam bir temele oturtulmaya çalışılan ve sosyal devlete dair birçok tartışmanın odağında yer alan eğitim sistemi, Avrupa ülkelerinde de uzmanların paylaştığı görüş ve önerilerle sık sık gündeme taşınmaktadır. Tom Bewick konuyu İngiltere eğitim sistemi bağlamında değerlendirdiği yazısında, beceri, verimlilik ve kazanımdaki zayıf yönlerin nasıl ele alınması gerektiğini vurguluyor. Bununla beraber, eğitim reformunu konuştuğumuz şu günlerde mesele Türkiye için de ayrı bir önem taşıyor.
İngiltere’de her yaz genç öğrenciler için zorunlu bir geçiş dönemi yaşanıyor, öğrencilerin mesleki ve teknik birçok alanda girdikleri sınavlar gelecek sonuçlarını belirliyor. Bu yıl sınav sonuçlarının açıklanma tarihinden önce, İngiliz Parlamentosuna bağlı Eğitim Komitesi hükümete okul ve kolejlerin fonlanmasıyla alakalı 10 yıllık bir plan geliştirme çağrısında bulundu. ‘Ortada sorunlu bir vizyon eksikliği’ olduğunu belirten komite, ‘Eğitimin, birçok sosyal ve ekonomik politik sorun üzerinde belirleyici öneme sahip stratejik bir ulusal öncelik’ olduğu sonucuna vardı.
Türkiye’de uygulanan merkezi sistemden farklı olarak, İngiltere’deki sınav çeşitliliği düşünüldüğünde öğrencilerin yüksek öğretime geçiş için izleyebileceği daha fazla alternatif yol mevcuttur. Ancak artan seçenek sayısı ile öğrenciye daha geniş bir alan açmayı hedefleyen bu sistem bile sınıfsal konumların eğitim fırsatlarına ulaşmada üstlendiği belirleyici rolün önüne geçemiyor gibi gözükmektedir. Toplumların derinliklerine nüfuz eden eşitsizlik ağı düşünüldüğünde, diğer tüm alanlarda olduğu gibi eğitim alanındaki politikaların da sorunsuz işleyebilmesinin öncelikli olarak altyapıdaki kriz ve meselelerin çözülmesine bağlı olduğu anlaşılmaktadır. Yazısında benzer bir argüman üzerinden yola çıkan Bewick, eğitim politikalarında yolunda gitmeyen noktaların tespiti için ilk olarak sistemdeki bazı problemlere göz atılması gerektiğine dikkat çekiyor.
BÜYÜK RESİM
Devlet tarafından sağlanan eğitim, 19. yüzyıl sanayi devriminin bir sonucuydu. Kitlesel üretim, İngiliz eğitiminin temel bir prensibine dönüşen bilimsel üretim yöntemini ortaya çıkardı. Artık okul ve kolejler erken dönem fabrikalarının kullandıkları yöntemlere benzer şekilde hareket ediyor, bu gelişmelerin hepsi öğrencileri üretici, yetişkin vatandaşlar olmaya hazırlıyor. Fakat problem şu ki; İngiltere ve Galler’de 5-13 yaş grubu çocuklar için zorunlu eğitimi ön gören Forster Act’ından beri 149 yıl geçti, ancak hala zorunlu eğitime başlayan öğrencilerin neredeyse yarısı ‘başarısız’ oluyor.
LİNEERDEN DİJİTALE GEÇİŞ
Bewick, geleneksel eğitim anlayışının artık modern toplumumuzun gerçek işleyişini yansıtmadığını dile getiriyor. İçinde bulunduğumuz süreç içerisinde bilginin, okur-yazar ve internet bağlantısı olan herkes için ulaşılabilir olduğu görülmektedir. Eski analog dünya yerini çeşitlilik ve bolluk üzerine kurulu olan dijital tüketim toplumuna bırakmıştır.
Pedagojik bulgular çocukların bu değişime uyum sağlamalarına rağmen, yaş-temelli sınıflarda öğrenirken güçlük çektiklerini gösteriyor. Genç zihinlere yardımcı olmak ve onlara öğrenme sevgisi aşılamak yerine, hedef odaklı sınavlar yoluyla bireysel ifade ve eleştirel düşünceyi öldürüyoruz.
İngiltere Eğitim Politikası Enstitüsü’nün yıllık raporuna göre, devamlı olarak dezavantaja sahip öğrenciler GCSE eğitimlerini bitirdiklerinde yaşıtlarının neredeyse 2 yıl (22 buçuk ay) gerisinde oluyorlar. Ayrıca, yoksul ailelerin 4 yaş grubu çocukları okula başladıklarında zengin akranlarına göre 4 ay daha geride oluyorlar. Yoksun bölgelerde yaşayan ailelerin yakınlarındaki bir okulun ‘seçkin’ olabilme ihtimalinin, varlıklı bölgelerde yaşayanlarınkine kıyasla yüzde elli daha düşük olduğu görülüyor.
Bewick’e göre bu koşullar altında İngiltere’de seçkin bir semtte yaşamak, akademik becerilere sahip olmaktan daha öncelikli bir hale geliyor. Mülkiyet sahipliğinin İngiltere’de önemli bir itibar göstergesi olduğu hesaba katılırsa, okulların niteliğinin konumlandığı çevre üzerinden tayin edilmesinin bu durumun bir uzantısı olarak ortaya çıktığı sonucuna varılabilir. Ek olarak, yazıda belirtildiği gibi eşitsizliğin kurumsal biçimleri ve tüm sisteme yayılmış olan devlet başarısızlığı düşünüldüğünde bu durum daha bir anlam kazanmaktadır. ‘İngiltere’deki Seçici Kurulun vurguladığına göre, 2010 yılından itibaren öğrenci başına düşen finansmandaki yüzde 8’lik kesinti ile bu sorunlar daha da şiddetlenmiştir.’
24 YAŞ ALTI İÇİN YAPILAN HARCAMALAR
Bewick, bu müşterek problemin İngiltere’de yılda 20 milyar dolar pound harcanılan 18 yaş sonrası eğitimi için de mevcut olduğunu belirtiyor. Eğitim harcamalarının yüzde doksanından fazlası 18-24 yaş aralığındaki gençlere gidiyor-bunun yüzde 80’i de öğrenim harcı ve kredi ücretleri olarak üniversitelere aktarılıyor. Tüm bu yatırımlara rağmen, öğrencilerin beklenilen başarı skalasının gerisinde kaldığı örnekler üzerinden açıklanıyor.
Ayırılan maddi kaynaklara karşın istenilen sonucun alınamaması, özellikle eğitim alanında sürdürülebilir bir başarının elde edilebilmesi için, fiziki koşullar kadar güvenli bir sosyal ortamda aidiyet hissi geliştirebilmenin de kritik bir faktör olduğunu akıllara getirmektedir. Özellikle alt gelir gruplarından öğrenciler için üniversite hayatının ‘çevre kültürü kabullenme’ sürecini içerdiği dikkate alınırsa, devamlılığın sağlanmasında sosyal uyumun etkisinin de göz önünde bulundurularak çözüm üretilmesi gerektiği ortaya çıkmaktadır.
21.YÜZYILIN TALEPLERİ
Eğitim sürecinin gözden geçirilmesi gerektiğini vurgulayan Bewick, öğretimde yaş temel alınarak belirlenmiş sınıfların azaltılabileceği, devlet sisteminin daha fazla tecrübeye alan açma amacıyla tepeden-inme milli müfredattan muaf hale getirilebileceği ve yoksun bölgelere daha fazla fon ayırılarak alternatif yolları arttırmaya teşvik edilebileceğinin altını çiziyor. Günümüzün teknolojik dünyasında öğrenme ve öğretme çok boyutlu bir hal almaktadır, buna göre problem çözme mekanizmalarının katı bir şekilde tanımlanmış konu disiplinleri yerine pedagojik fikirlere dayanması gerekmektedir.
Yazıda son olarak, eşitsizlikleri ele almanın tek etkin yolunun üniversitelerin ayrıcalıklı pozisyonlarından arındırılarak gerçekleşebileceğinden bahsediliyor. Oxbridge ve Russel Group Üniversitelerinin kamu kaynakları üzerindeki baskın tekelciliğini kırmadan daha fazla eğitim fonu oluşturabilmenin ve gençlere tanınan imkanları arttırabilmenin mümkün olmadığı belirtiliyor.
Toplumsal tabakalaşmaya bağlı gelişen eşitsizliklerin en yoğun hissedildiği alanlardan biri olan eğitim, Türkiye örneğinde de sınıflar arası derinleşen uçurumun bir aynası haline gelmektedir. 1980’den itibaren devletin kendini ikinci plana aldığı politikalar geliştirmesiyle birçok alanda kendini baskın bir şekilde var eden özelleşme eğilimi, okullar için de yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Devlet okullarının kamu kaynaklarının etkin kullanımıyla iyileştirilmesi ihtimali yerine, özel okulların alternatifleşmesi gibi daha liberal çözümler öncelikli hale gelmiştir. Öte yandan, sosyal tabakalaşmanın diğer tabii sonuçları olarak ortaya çıkan kentsel katmanlaşma ve mekansal ayrışma, okulların niteliğinin konumlandıkları çevre üzerinden belirlenmesini tetikleyerek nitelikli eğitimi ancak seçkin ve kalburüstü muhit sakinleri için ulaşılabilir hale getirmektedir. Mevcut tüm bu tartışmalar, eğimin alt sınıflar için sosyal hareketliliği sağlayan hakiki bir basamak mı, yoksa uzun vadede sistemin devamlılığını sağlamaya hizmet eden bir kamuflaj aracı mı olduğu ikilemini tekrar akıllara getirmektedir.
KAYNAKÇA
https://www.tes.com/news/whats-gone-wrong-education-and-skills-england