Orta Halli Osmanlıların Hayatı
23 Ağustos 2019
Melike Toprak
DeğerlendirenSuraiya Faroqhi, Orta Halli Osmanlılar: 17. Yüzyılda Ankara ve Kayseri’de Ev Sahipleri ve Evler, Çev. Hamit Çalışkan, İstanbul, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2007.
Osmanlı imparatorluğunun toplum ve ekonomi tarihi üzerine yaptığı çalışmalarıyla bilinen tarihçi Suraiya Faroqhi tarafından kaleme alınan bu eser ilk olarak 1987 yılında Cambridge Üniversitesi’nin basımıyla “Men of Modest Substanse: House Owners and House Porperty in 17th Century Ankara and Kayseri” başlığıyla yayınlamıştır. Türkçede ilk baskısını ise 2009 yılında Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları içinde “Orta Halli Osmanlılar: 17. Yüzyılda Ankara ve Kayseri’de Ev Sahipleri ve Evler” başlığıyla yapmıştır.
Anadolu’nun konut ve kent mimarisi hakkında yazılan çoğu eser son dönem Osmanlı yapılarını incelerken, 16 ve 17. yüzyıllarda Anadolu insanının konut anlayışı ve kent şeması çoğu zaman geçmişin tozlu sayfaları arasında bırakılmıştır. Bu konudaki akademik tembelliği fark eden Faroqhi, eserinde 1600 yılı sonrasında ciddi yazılı kaynak bulunmasına rağmen bu dönemin es geçildiğini ve Osmanlı mimarisi denilince genelde 15. ve 16. yüzyıllarda devrin sultanları, sultanın ailesi ve devlet görevlileri tarafından yapılan heybetli yapıların canlandığını ya da 18. ve 19. yüzyıla ait eserler üzerinden bir “Osmanlı Mimarisi” resminin çizildiğini belirtir. Böyle bir resmin imparatorluk içerisinde yüzyıllarca değişmeyen bir kent ve konut anlayışını da barındırdığını fark eden Faroqhi bu son derece tehlikeli “donuk toplum” anlayışına yol açan düşüncenin aslında bir tür varsayımdan ve genellemeden oluştuğunu fark ederek, 14 yıllık çalışma süresi boyunca 1600-1690 yılları arasında Ankara ve Kayseri kentlerinin işleyişi, kentlerde bulunan binaların türleri ve hangi amaçlarla kullanıldıklarını mercek altına almıştır. Kitabın diğer bir amacı ise Osmanlıya ilişkin tarih yazımında klasik dönem sonrası, yani 1600 yılı sonrası yaklaşık 300 yıllık gerileme döneminde, Anadolu kent ahalisinin “300 yıllık kriz”le nasıl başa çıktığını ve gerçekten de söylenildiği kadar uzun süreli krizde geçici bir düzelmenin yaşandığı alt bölge ya da ekonomi sektörünün bulunup bulunmadığını araştırmaktır.
Eserde kullanılan ana malzeme 16 ve 17. yüzyıllarda Ankara ve Kayseri kadı sicillerindeki satış, miras ve ihtilaf konulu kayıtlar ve 17. yüzyılın ortalarına ait bir tahrir defteridir. Çalışmada Ankara ve Kayseri’nin seçilme nedeni, 16 ve 17. yüzyıllara ait belgelerde Orta Anadolu’da bolca malzeme bulunan kentlerin sadece Bursa, Konya, Ankara ve Kayseri olmasıdır. Araştırmacı da bunlardan daha kolay istifade edebileceği ve diğer iki kente göre yazılı kayıtların daha az kullanıldığı şehirleri seçmiştir. Faroqhi Osmanlı’nın şehir, ev ve ev sahipliğindeki değişimi ortaya çıkarmak amacıyla yazdığı bu eserinde aynı zamanda 17. yüzyılın kendi içerisindeki dönüşümü de görmek istemiş, bu sebeple kadı sicillerini 1594-1613 yılları arası ile 1687-1695 yılları arasında olmak kaydıyla iki ayrı zaman dilimine ayırmıştır.
17. yüzyılda pastırma yazını yaşan Ankara ve Kayseri şehirlerindeki ev sahipleri ve evlerini konu eden çalışma, giriş ve sonuç bölümlerini hariç tuttuğumuz takdirde beş ana bölümden oluşmaktadır. Eserin giriş bölümünde alanda daha önce yapılan çalışmalara, bu çalışmalara dair eleştirilere, kitabın dayandığı bazı varsayımlara, yönteme, kaynaklara ve genel olarak kentteki ev fiyatları, ev sahipleri ve kent toplumunun dokusuna dair hipotezlere yer verilmiştir. Kitabın giriş bölümünden sonra art arda gelen bölümler genelden özele gidecek şekilde incelenmiş, önce Osmanlı dönemi öncesi ve sonrasında her iki kentin özellikleri betimlenmiş, ardından kentlerin mevcut fiziki ve beşeri özelliklerine, daha sonra da kent içerisinde yer alan konutlara ve ev sahiplerinin tipolojilerine değinilmiştir. Bu şekilde kitabın ana konusu olan ev sahipleri ve evler konusu bütüncül bir temel üzerine inşa edilmiştir.
Kitabın birinci bölümünde iki Orta Anadolu kentinin Osmanlı öncesi ve sonrasındaki durumuna, nüfus, topografya ve kentsel çevre özelliklerine yer verilmiş, öne çıkan bazı bulguların altı çizilmiştir. Örneğin genel “İslam Mimarisi” tanımının içerisinde çok sık tekrar edilen çıkmaz sokaklar ve bitişik evler tasvirinin bu şehirler için geçerli olmadığı, bilakis konutların %70’inin sokağa bakan iki veya daha fazla cephesi olduğu, tarik-i hâs denilen çıkmaz sokaklar söz konusu olduğunda ise bu oranın %7.2 civarında seyrettiği, dolayısıyla kentin cadde sokak sisteminde damalı yapıyı barındırmayan ancak dolaşımı da kolay olan bir görünümün ortaya çıktığı görülmüştür (s. 50). Bölümde geçen diğer bir önemli bulgu, her iki kent içinde askeri sınıfın kentin asıl zengin zümresini oluşturmadığı, Ankara’da bu sınıf içinde gayrimüslimlerin de yer aldığı, Kayseri’de ise ayanların ve zi-kudret (tanınmış, güçlü) kişilerin şehrin önde gelen varlıklı şahısları olduğu, bu kişilerin büyük bir kısmının seyyid ve hacı gibi unvanlara sahip olduğu, dolayısıyla iki şehir içinde sivil zümrenin seçkin sınıfı temsil ettiği belirlenmiştir. Birinci bölüm aynı zamanda kitabın başlığının da nereden geldiği hakkında bize ipucu vermektedir. Kitapta şehir halkı sosyo ekonomik durumlarına göre sınıflandırılmamış olsa da başlıkta “orta halli” tabiri kullanılmıştır. Bu terim esasında bahsedilen dönemde her iki şehrin Akdeniz coğrafyasındaki ekonomik bölge içerisinde yer aldığı pozisyonla ilgili olup, iki yerleşmenin “orta büyüklükteki şehirler” (s. 80) şeklindeki tanımlamasından gelmiştir.
Eserin ikinci bölümü kent evlerinin fiziksel özellikleri üzerinden gitmiş, kayıtlarda evin içindeki bölümler için kullanılan terimler, evlerin odalarının ne şekilde kullanıldığı, odaların işlevinde ve sayısında değişim ve odalardan yola çıkarak dönemin belirli bir ev tipinin olup olamayacağı konuları öne çıkmıştır. Evlerin fiziksel şeklini tasvir etmeden önce oda türlerini anlatmak için terminolojiye giren Faroqhi, kaynaklardan istifade ederek her iki şehirde evlerin içerisinde tabakhane, başoda, togana, matbah, sofu, örtme, çardak, şahnişin, gusülhane, sof kârhanesi, şırahane, develik, ahır, samanlık, harem ve selamlık gibi bölümlerinin yer alabildiğini tespit etmiştir. Bunun haricinde kaynaklarda geçen fevkanî kelimesinden istifade ederek hangi evlerde üst katın yer alındığını belirlemiş ve bu olayı zamansal-mekansal analiz ettiğinde üst katların 17. yüzyıldan itibaren Ankara şehrinde görülmeye başladığını, Kayseri’de ise üst katların Ankara’daki gibi henüz yaygınlaşmaya başlamadığını görmüştür. Her iki şehir arasındaki bu farkın sebebini ise mekansal şartlarla açıklayan yazar, sur içinde sıkışan Ankara yerleşmesinde alan yokluğundan ötürü arazinin değerlendiğini, bu yüzden ev sahiplerinin mülklerine kat çıktıklarını, aynı zamanda Kayseri’ye göre İstanbul ve Bursa ile daha çok temasta olan Ankara’nın bu şehirlerin mimarisinden de etkilendiğini düşünmüştür. Bu hipotezini Kayseri’deki sur dışına taşan yerleşim yerleri ve dükkanların varlığına ve konutların fiyatlarına bakarak destekleyen yazar, Kayseri’deki evlerin de mekânın genişliğinden istifade ederek gittikçe daha çok çift avluya sahip olduğunu ve bu yönüyle Ankara’dakilerden farklılaştığını belgelemiştir.
Alım ve satışı konu eden kayıtlarda detaylı olarak belirtilen evlerin tanımlarından yola çıkarak konutun içerisinde bulunan odaların sayısı ve türü belirlendikten sonra her iki şehir kıyaslanmıştır. Böylelikle şehirler kıyaslandığında yüzyılın başında Ankara’da tabakhane, sofa, oda ve avluya sahip ev sayısı yoğunluk gösterirken aynı dönemde Kayseri’de bir tabakhane ve avluya sahip olan evlerin daha yaygın olduğu; yüzyılın sonunda ise halkın konut tipi anlayışının çok hızlı bir şekilde değişerek geliştiği, artık Ankara’da çoğunlukla evlerin bir tabakhane ve avluya sahip olduğu, Kayseri’de ise yaygın olarak tabakhane, sofa ve avlulu evlerin tercih edildiği görülmüştür. Faroqhi, evlerin içindeki bölüm tercihlerini anlattığı bu bölümde ahırların Ankara’ya göre Kayseri’de daha yaygın olmasını (s. 123), Kayseri’nin kır ile bağlantısının daha çok olmasına bağlamış, Ankara’daki evlerin mimari gelişiminde ise sofun (tiftik keçisinin kılından elde edilen tekstil ürünü) hayati olduğunu 17. ve 19. yüzyıllara ait dokümanlar üzerinden kanıtlamaya çalışmıştır (s. 130).
Bu şekilde kent evlerinin fiziksel şekli detaylıca tasvir edildikten sonra üçüncü bölümde kent halkı için bir ev almanın bedeli incelenmeye çalışılmıştır. Bu bölümde halkın evlerini nasıl inşa ettiği, bir evin fiyatının hangi miktarlar arasında değişebileceği, asker, Müslüman halk ve gayrimüslim halk arasında konut alımında ne gibi farklılıkların yer aldığı sorgulanmıştır. 17. yüzyılda Kayseri ve Ankara halkı için evin sınırlı düzeyde pazarlanabilir bir mal olduğunu, halkın genelinin kendi evinde oturduğunu, konut kiralamanın ise istisnai bir durum olduğunu belirten Faroqhi, ev kiralayanların özellikle bekarlar ve şehirlerde uzun süreli kalan tüccarlar olduğunu ifade eder. Yazar satışa konu olan evlerin sahiplerinin dini aidiyetlerine baktığında ise şehrin en fakirleri arasında çok az gayrimüslimin yer aldığı sonucuna ulaşır. İstanbul, Bursa, Halep ve Kahire’ye göre daha içeride kalan Kayseri ve Ankara’da 17. yüzyılda gayrimüslimler hakkındaki bu bulgular oldukça dikkat çekicidir, çünkü çalışmaya konu olan dönem önemli bir kırılmanın yaşandığı ana gelmektedir. 16. yüzyılın sonu ve 17. yüzyılın başında her iki şehirde askeri sınıfa mensup kişilerin evi şehirdeki pahalı evler arasında yer alırken, 17.yüzyılın sonuna doğru askerlerin bu ayrıcalığı kaybettikleri, gayrimüslimlerin ise hem sivil yatırımcıları hem de askerîleri geçerek, her iki şehirde de en pahalı evlerde oturdukları tespit edilmiştir (s. 169). Bununla birlikte şehirlerin o dönemde gayrimüslimler tarafından göç aldığı ve bu pahalı evlerin de yine gayrimüslimler tarafından kendi dindaşlarına satıldığı, bunun da gayrimüslimlerin ekonomik olarak güçlendiğinin ve onlara konulan bazı yasakların artık esnediğinin bir göstergesi olduğu belirtilmiştir. Üçüncü bölümde öne çıkan bir diğer önemli bulgu ise mekanda farklı sosyo-ekonomik grupların ayrışması ya da bir arada yaşaması varsayımına dairdir. Her iki şehrin mahallerinde varlıklı ve yoksul ailelerin mekansal olarak ayrışmasına “koşullu evet” cevabını veren Faroqhi, şehrin arazi değeri yüksek sur içi, kale yakını gibi bölgelerinde varlıklı ailelere ait evlerin yoğunlaştığını, buna rağmen o bölgede de yoksullara ait evler bulunduğunu, kesin olarak bir ayrımın söz konusu olmadığını, genel olarak bir mahalle içerisinde yer alan en değerli evin en yoksul evden 20-30 kat daha pahalı olabileceğini (s. 178) ifade etmektedir.
Kentli mülk sahiplerinin Müslüman-gayrimüslim, kadın-erkek, askerî-halk şeklinde ayrıldığı dördüncü bölümde bu grupların barınma kalıpları ve ev satım-alıp oranları açısından farklılıkları incelenmiştir. Osmanlı toplumundaki alım satım işleriyle ilgilen araştırmacıların daha önce ulaştığı gibi Faroqhi de, kadınların alım satım pazarında oldukça aktif olduğuna, mülklerini genelde miras yoluyla elde ettiklerine ve ev satın almadan çok, en sattıklarına ulaşmıştır. Bir önceki bölümde şehirdeki haklın sosyo-ekonomik sınıflara göre mahalle bazında kesin bir şekilde ayrışmadığına ulaşan yazar, 15. ve 16. yüzyılda klasik Osmanlı kentlerinin şemasında görülen dini grupların birlikteliğinin, gayrimüslimlerce 17. yüzyıldan itibaren bozulmaya başladığını, gayrimüslim topluluğun giderek zenginleşmesiyle, topluluklarını kendi kendine yeten bir birim olarak görmeye başladığını belirtir (s. 221). Mekansal anlamdaki bu farklılaşmaya rağmen gayrimüslim ve Müslümanlar arasında barınma kalıpları açısından ise büyük farklılıkların olmadığı, gayrimüslimlerin çift avlulu evler hariç genelde konut tipi olarak Müslümanları takip ettikleri görülmüştür. Nitekim konut tipi açısından farklılaşma 19. ve 20. yüzyılda gayrimüslimlerin tercih ettiği kâgir evlerle başlayacaktır.
Kitapta ele alınan son bölüm kayıtlarda davaya itiraz nedeniyle şerh düşülen notlar yardımıyla ulaşılan mülk sahiplerinin karşılaştığı zorluklardır. Bu bölümde genel olarak Ankara ve Kayseri halkının mülk söz konusu olduğunda miras işlemleri için ihtilafa düştüğü ve kayıtların büyük bir çoğunluğunun bu konu için tutulduğu, vakfa ait mülkler söz konusu olduğunda ise davaların az olduğu tespit edilmiştir. Aynı zamanda gayrimüslimlerin ve Müslümanların kadıya başvurma oranlarına bakıldığında gayrimüslimlerin nüfus oranlarına eşit oranda Osmanlı mahkemelerine başvurduğu, kadın ve erkekler söz konusu olduğunda da açılan davaların dörtte birinin kadınlara ait olduğu görülmüştür. Bu veri aynı dönemde Avrupa şehirleri için geçerli olan verilerle karşılaştırdığında, Osmanlı şehirleri için geçerli olan kadınların özgürlük oranının Avrupa şehirlerinde 200 yıl sonra bile rastlanamadığı belirtilmiştir.
Her bölümde elde edilen bulgular üzerine varılan çıkarımlar ise sonuç bölümde ayrı ayrı başlıklar halinde incelenmiş, aynı zamanda giriş bölümünde hipotez olarak sunulan birkaç konu da burada tartışılmıştır. Bu bölümdeki ana başlıklar altında askerîden olmayan varlıklı ailelerin para kazanma yolları ve kırsal kesimde arazi sahipliğinin tipik bir Osmanlı şehirlisi için önemine değinildik sonra, Lapidus’un (1969) orta çağ İslam kentlerinde kır ve kent birlikteliği hakkındaki aşırıya kaçan görüşlerine karşı eleştiri olarak Abrams’ın (1978) makalesindeki bilgilerden istifade edilmiş, böylelikle “vaha yerleşimleri” teorisi çürütülmeye çalışılmıştır. Her iki İç Anadolu kentindeki varlıklı ailelerin zenginlik kaynakları denilince Celali İsyanları’nın bu zenginliğin oluşum sürecine etkisine de değinen Faroqhi, Ankara’da isyanların Konya’da olduğu gibi sert geçmediği, bilakis Barkan’ın (1975) tezinin aksine, Ankara’nın Celali İsyanları sonrasında sof sanayisiyle beraber sağlıklı bir ilerleme kat ettiğini tespit etmiştir. Yazarın ulaştığı bu önemli sonuç, bir başka Osmanlı endüstri gelişim modeli sunmakta, kısa süreli bir krizden sonra istikrar döneminin 1700’ler sonrasında da devam ettiğini göstermektedir. Birbirine yakın olan her iki kentte sadece 90 yıl içerisinde bile önemli farklılaşmaların görülmesi üzerine ise yazar, bölümün sonunda ortak bir “İslam Kenti” kavramı üzerine konuşulma imkanının varlığına dair bir tartışma açarak kitabını sonlandırmıştır.
Sonuç olarak 17. Yüzyılda Ankara ve Kayseri şehirlerinde tıpkı Kahire ve Halep’de olduğu gibi orta hallilerin de kolaylıkla ev sahibi olduğunu vurgulayan eser, bahsedilen dönem içerisinde Ankara ve Kayseri şehirlerinin, tarih yazıcılarının duraksama varsayımının aksine, canlı ve ilerleyen bir topluma sahip olduğunu ortaya koymuştur.
Kaynakça
Lapidus, M. I., (1969). Muslum, Cities and Islamıc Societie, in Middle Eastern Cities (Ed. I. M. Lapidus, pp. 60-9) Ed. Berkeley, Los Angeles.
Barkan, Ö. L., (1975). “The Prive Revolution of The Sixteen Century: A Turning Point in the Economic History of the Near East”, IJMES, 6, 7-8.
Abrams, P. (1978) Towns and Economic Growth: Some Theories and Problems. in Towns in Societies (Ed. Philip Abrams and Edward A. Wrigley, pp. 9-33) Cambridge: Cambridge University Press.